Türkiye’nin hukuk tarihine ibretlik bir dosya daha düştü. Diyarbakır’ın Çınar ilçesinde 26 bin 500 metrekarelik bir tarım arazisi için açılan dava, tam 63 yıl sonra sonuçlandı. Düşünün: Dava başladığında hayatta olanlar bugün yok, onların çocukları ve hatta torunları taraf haline gelmiş durumda. Mahkeme kararını açıkladığında, aslında bir araziden çok daha fazlası paylaştırılmış oldu: Bir ailenin üç kuşak boyunca taşıdığı sabır, belirsizlik ve adalet beklentisi…
Arazinin sahibi Abdulkadir Kikizade’nin mirasçıları yıllardır aynı salona girip çıktı, aynı keşiflerin tekrarını yaşadı, bilirkişi raporlarını defalarca dinledi. Dava öyle uzun sürdü ki, adaletle birlikte zaman da tüketildi. Sonunda mahkeme, 19 bin 489 metrekareyi 17 mirasçı arasında 64 paya böldü. Paylar adeta hayatın ironisini gösteriyor: 16 pay eşe, 3’er pay çocuk ve torunlara… Yani 63 yılın sonunda elde edilen “adalet”, aslında nesillerin ellerinde küçücük dilimlere bölündü.
Bu dava yalnızca Kikizade ailesinin hikâyesi değil. Türkiye’de adalet sisteminin en büyük yaralarından birinin yansıması. Bir dosyanın 63 yıl boyunca sürmesi, aslında bir mahkeme binasının duvarlarında yaşlanmış bir takvimdir. Hakimler değişmiş, savcılar tayin olmuş, bilirkişiler emekli olmuş; ama dava hep aynı rafta kalmış.
Sormak gerekiyor: Adalet, bu kadar geciktiğinde hâlâ adalet midir? Torunların paylaştığı miras, aslında dedelerinin kaybettiği ömrün telafisi olabilir mi?
Bir başka çarpıcı nokta ise dışarıdan iki kişinin de araziye hak iddiasında bulunması. Onlar da dava sürecinde yıllarını harcadı, sonunda “hak sahibi değilsiniz” denildi. Yani koca bir ömür, sadece “dava dışı” olarak özetlendi.
Bu dava bize şunu gösteriyor: Türkiye’de adalet sadece karar vermek değil, zamanında karar verebilmektir. 63 yıl süren bir yargılamada, kaybedilen sadece yıllar değil; güven, umut ve kuşakların hayatıdır.
Artık bu ülkede bir dosya açıldığında, torunların değil, tarafların sonucu görebildiği bir hukuk düzenine ihtiyacımız var.