Haber

Eğitimcilerden bakanlık önünde Tekin'e istifa çağrısı: Ülkenin itibarı makam araçlarıyla ölçülmez

Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay, Milli Eğitim Bakanlığı önünde yaptığı açıklamada Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’e "Ülkenin itibarı makam araçlarıyla ölçülmez" diyerek tepki gösterdi.

Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay, Milli Eğitim Bakanlığı önünde açıklama yaptı. Özbay, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in eğitim politikalarına tepki göstererek istifasını istedi.

Açıklama sırasında "Çocuklarımız, geleceğimiz sizlere teslim etmeyeceğiz", "Parasız eğitim, parasız sağlık", "Tarikata değil eğitime bütçe", ""Laik, demokratik bilimsel eğitim", "Tarikatın bakanı Yusuf Tekin istifa", "Gün gelecek, devran dönecek. AKP halka hesap verecek" sloganları atıldı.

Özbay “Bu ülkenin geleceği gösterişli protokollerde saray bütçelerinde değil okullarda sınıflarda laboratuvarlarda yapılır. Bu ülkelerin itibarı makam araçlarının sayısında değil eğitimcinin refahıyla ölçülür” dedi. Sözlerine devam eden Kadem Özbay “Her beş gencimizden biri okulda değil 20 gün üzeri devamsızlıklara baktığımızda her 10 çocuğumuzdan biri okula bile devam edemiyor bunun sebebi temel ihtiyaçlarının karşılanmaması. Bu tabloya bakıldığında iktidarın her çocuk eğitime erişiyor söyleminin büyük bir yalandan ibaret olduğu görülmektedir. Çünkü devlet çocukları korumak yerine onları piyasaya ve tarikatlara sürüklemektedir” ifadelerini kullandı.

Kadem Özbay şunları söyledi:

"Milli Eğitim Bakanlığı'nın önünde bir kez daha AKP iktidarının eğitimde yarattığı gerici ve piyasacı uygulamaları ifşa edeceğiz. Bir kez daha buradan bu utancı kamuoyuna anlatacağız. Bakın Türkiye'nin bütün sokakları adeta açık cezaevine çevrildi. Milli Eğitim Bakanlığı'nın önündeki barikatları da görüyorsunuz. Her gün bu bakanlığa giriyorsun. Şu barikatlardan bile utanmıyorsun. Milli Eğitim Bakanlığı önündeki bu barikatlar da ülkenin önündeki yargıyı adeta bir hukuk sopası olarak üzerinde kullanan siyasi anlayışta, bu ülkenin geleceğinde yer almayacak. Biz de bu kararlılıkla mücadele edeceğiz.

Bugün burada çocuklarımızın geleceğini savunmak, kamusal eğitimi korumak ve cumhuriyetimizin aydınlanmacı mirasına sahip çıkmak için bir aradayız. Çünkü bu ülkenin eğitim sistemi yıllardır süren bilinçli politikalarla çökertiliyor. Kamusal eğitim adım adım yok ediliyor. Milli Eğitim Bakanlığı'nın 2024-2025 eğitim öğretim yılına ilişkin açıkladığı istatistikler bu gerçekliği tüm netliğiyle ortaya koyuyor. Türkiye'de zorunlu eğitimde olması gereken 611 bin 612 çocuk okul dışında 2 milyona yakın çocuk adı mesleki eğitim MESEM denilen sistemin içerisinde okuldan kopmuş durumda. 400 binin üzerinde çocuk açık öğretim adı altında okuldan kopmuş durumda. Yani 14-17 yaş arasında çocukların yarısı zaten okula devam edemiyor. Okullaşma oranına baktığımızda ilkokulda yüzde 95, ortaokulda %89, lisede %82'ye düşmüş. Yani bu şu demek. Her beş gencimizden biri okulda değil. 20 gün üzeri devamsızlıklara baktığımızda her 10 çocuğumuzdan biri lise düzeyinde her dört çocuğumuzdan biri okula bile devam edemiyor. Bunun sebebi temel ihtiyaçlarının karşılanmaması, cumhuriyetin temeli olan eğitimin kamusal bir hizmet olarak devlet tarafından sağlanmaması. Bu tabloya bakıldığında iktidarın her çocuk eğitime erişiyor söyleminin büyük bir yalandan ibaret olduğu görülmektedir. Çünkü devlet kendi çocuklarını korumak yerine onları piyasaya ve tarikatların kucağına itmektedir.

"YÜZÜ HİÇ KIZARMADAN ÇOCUĞUNU ÖZEL OKULA GÖNDERİYOR"

AKP iktidara geldiğinde ülkedeki özel okul sayısı 956'ydı. Bugün sayı 14 bin 700. Yani 23 yılın sonunda neredeyse 15 katı aşan bir artış. Artık eğitimin devlet okullarında bile her adımının paralı hale geldiğini biliyoruz. Tamamen velilerin cüzdanına bağlı bir eğitim sistemine karşı karşıyayız. Ama eğitimden sorumlu Milli Eğitim Bakanı televizyona çıkıp eğitimde ne kadar ilerlediğimizi, koşulların ne kadar iyi olduğunu söylüyor ama yüzü yine hiç kızarmadan çocuğunu özel okula gönderiyor. İşte bu bir Türkiye trajedisidir. Bu trajedinin mimarı da siyasi iktidardır. Eğitim adeta metalaştırılmış, satın alınabilir bir hizmete dönüştürülmüştür. Eğitim politikaları toplumun ihtiyaçlarına göre değil, siyasi iktidarın yandaşlarının ve tarikatların talepleri doğrultusunda şekillendirilmiştir.

Üstelik ekonomik kriz derinleşirken burslu öğrenci sayısının da azalması bu tabloyu ortaya koymaktadır. 2023 yılında 355 bin öğrenci burs alırken 2024'te bu sayı 344 bine düşmüştür. Yani yoksulluk artarken devletin öğrenciye uzattığı el tamamen çekilmiştir. Bütün bu tablo ortadayken şimdi mecliste 2026 yılı merkezi yönetim bütçesi görüşülüyor. Geçtiğimiz yılların bütçesi eğitimin gerçek ihtiyaçlarını karşılamaktan ne kadar uzaktı hep birlikte gördük. Okulların temizlik görevlisi, temizlik malzemesi ihtiyacının bile karşılanamadığını, fiziki yetersizliği, öğretmen açığını, öğrencilerin barınma, beslenme, ulaşım sorunlarını hep birlikte yaşadık. Bir öğün yemek temiz su hakkı bile seçimlerden önce meydanlarda söylenirken yine bütçe yetersizliğinin arkasına sığınılarak sağlanmamıştır. Okullar güvenli, sağlıklı ve çağdaş ortamlara dönüşmesi için gerekli yatırımlar yapılmalı. Yoksulluk derinleşirken öğrenci destekleri azalmamalıdır. Ama maalesef ki bugünkü tablo artık öğrencilerinin burs ihtiyacını da karşılamayan, bir öğün yemek hakkını sağlamayan ama söz konusu sermaye olunca işsizlik fonundan oraya para aktaran bir anlayış.

"ÜLKENİN İTİBARI MAKAM ARAÇLARIYLA ÖLÇÜLMEZ"

Bakın bugün burada kontenjan mağduru. Yani ne demek kontenjan mağduru? Aslında atama beklerken önceki yıllara baktığında bu yıl artık atanırım diye umutla beklerken bir anda atama sayısının azaldığını gören arkadaşlarımız yani atanmayı hak etmiş atanamayan değil atanmayan öğretmen olmuş. Her yere üniversite müjdesi verenler üniversiteden çıktıktan sonra hepinize iş bulmak zorunda mıyız diyorlar. Cumhuriyetçi bir bakış açısına sahip olsaydınız asıl sorumluluğunuzun bu olduğunu bilirdiniz. Buradan Milli Eğitim Bakanı'na görev ve sorumluluğunu bir anlatalım. Senin görev ve sorumluluğun tüm çocukların eşit eğitim hakkını sağlamaktır. Piyasaya ucuz iş gücü bulmak değildir. Tarikatlara potansiyel mürit yetiştirmek değildir. Ücretli öğretmenlik uygulaması yaygınlaşmış. Öğretmenler güvencesizliğe mahkum edilmiştir. Üniversiteler ise araştırma fonları yetersiz nedeniyle bir üretmekten uzaklaşmıştır. İşte tüm bu nedenlerle 2026 bütçesi aynı anlayışta hazırlanmamalıdır. Eğitim bütçesi tasarrufun değil yatırımın alanı olmalıdır. Kaynaklar yandaş müteahitlere, lüks araçlara, israfa değil, çocukların, eğitim emekçilerinin bilim hizmetine sunulmalıdır. Bu ülkenin geleceği gösterişli protokollerde saray bütçelerinde değil okullarda, sınıflarda, laboratuvarlarda yazılır. Bu ülkenin itibarı makam araçlarının sayısında değil, öğretmenin, eğitimcinin refahıyla, öğrencisinin doyduğu yemekle, okulun ışığıyla ölçülür. 2026 yılı bütçesi çocukların, öğretmenlerin, eğitimcilerin, halkın leyini oluşturulmalıdır.

Bütçe yeni okulların yapılabilmesi, derslik ihtiyacının karşılanması. öğretmen atamasının karşılanması ve mevcuttaki öğretmenlerin eğitimcilerin ekonomik koşullarını iyileştirilmesi için oluşturmalıdır. Tabii Yusuf Tekin yalnızca eğitim emekçilerini mağdur etmekle kalmıyor. Öğrencilerimizin temel eğitim hakkını da ortadan kaldıran bu uygulamaların odağı haline geliyor. kendisinin müsteşarlığı döneminde 4 + 4 + 4 adı zorunlu, kendi sorunlu hale getirilmiş Osmanlı'yı yıkan bir eğitim modelinin benzeri çatallaşmış ikili üçlü eğitimle çocuklarımızı bir karanlığa mahkum etmişlerdi. O gün buna devrim diyenler bugün adına yük dediler ve şimdi de zorunlu eğitimin süresini kısaltmaya çalışıyorlar. Cumhuriyetin temeli olan 8 yıllık temel eğitim süresini antidemokratik diye söylüyorlar. Antidemokratik olan da sensin. Cumhuriyet karşıtı uygulamaların da mimarı sensin.

Şimdi de 12 yıllık eğitimi 2 + 2, 3 +1 yeni buluşlarıyla şekillendirmeye çalışıyorlar. Neyin talebini yerine getiriyorlar? Piyasa diyor ki ara eleman ucuz iş gücü. Neyin talebini yerine getiriyorlar? Tarikatlar diyor ki başta kız çocuklarını bu kadar okulda tutamazsın diyorlar. Yani Milli Eğitim Bakanlığı sanki burada part time çalışıyor. Yani asli görevi Milli Eğitim Bakanlığı değil, asli görevi sanki tarikatların ve sermayenin taleplerini yerine getirmek gibi. 12 yıla çıkarılmış, 13 yıl geçmiş Türkiye'deki okullaşma oranı eğitim süresi 8 yıl. 9 yıl zorunlu eğitim olan ülkelerde bile 12 yıla çıkarken biz de zorunlu eğitimde bile 8 yıla düştüğünü görüyoruz. Bundaki başarısızlığı şimdi süreyi kısaltarak azaltmaya çalışıyorlar. Öğretmenleri aynı öğretmen odasında öğretmen, uzman, başöğretmen, sözleşmeli öğretmen, ücretli öğretmen diye ayrıştırdılar. Eğitim barışını bozdular. kadrolu güvenceli istihdam değil ücretli öğretmen görevlendirerek bu süreci yürütmeye çalışıyorlar. OECD'nin 2025 raporlarına göre öğretmen maaşları gelişmiş ülkelerde çalışma süresine göre artmaktayken Türkiye'de maalesef ki ucube sınavlarla videolarla aynı işi yapan öğretmenler arasında ayrım yaratılmıştır. Türkiye'de öğretmen maaşları kağıt üzerinde artsa bile alım gücü OECD ortalamasının çok çok altındadır. Son yapılan zamlardan sonra bile yüzde 3 oranında azalmış, şu anda yalnızca Temmuz zammından sonra da öğretmenlerin bin 500 liraya yakın maaşlarında kayıp olmuştur. Bakın bir toplu sözleşme tiyatrosunu daha yaşadık. Bir ay oturdular. Her toplantılarında onlarca, on binlerce lira para aldılar. Toplantının başıyla sonu arasında verdikleri fark bin lira. Bir ay toplanıp ilk teklifinden yalnızca bin lira. Neden peki bu? Buradan bir kez daha bu çağrıyı yapalım. İşte o yandaş, işbirlikçi sendikaların yetkili olarak, konfederasyonların yetkili olarak orada oturmasından kaynaklanıyor. Bu yıl eğitim içinde örgütlülüğü ile beraber Konfederasyonuz Birleşik Kamu İş o masada oturmuş ve o tiyatroyu, o oyunu tüm kamuoyuna ifşa etmiştir. Öğretmene, eğitimciye yoksulluk sınırının altında ücreti hak görenler bu ülkenin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün söylediğinin tam tersini yani bir toplumun uygarlık düzeyi öğretmene verdiği değerli ölçüdür. Bunlar ne çocuklarımıza, ne öğretmenlerimize, ne emekçiye değer veriyor. Yoksulluğa, açlığa mahkum ederken kendileri her gün zenginleşmeye devam ediyor."