Biliyorum, biliyorum. Bu nasıl Türkçe diyeceksiniz. Hem soru işareti yok hem “çekinebilir miyiz” diye bir kelime var. Haklısınız. Bu konuya dönmeden önce Türkiye’deki son günlerde tartışılmaya başlanan fotoğraf karesine sebep olan fotoğraf makinesinin geçmişine bir bakalım.
İlk fotoğraf makinesi 1839’da arz-ı endam eder. Sonra gazete sayfalarına. O yetmezmiş gibi, İngiliz polisinin aklına gizli kamera kullanmak gelir. Bu davranış günümüzün paparazzilerine benzetilir. Fotoğraf makinesi ya da fotoğraf hızla yayılır ama öyle kolay kabul görmez. Dini nedenlerle birçok ülkede karşı çıkılır.
Osmanlı’da da basında fotoğraf kullanılması 1800’lerin sonuna denk gelir. 1891’de yayına başlayan Resimli Gazete ile aynı yıl Servet-i Fünun başı çeker. Servet-i Fünun, fotoğrafa ve fotoğraflı haberlere büyük yer verir. Türk fotoğrafçılığının öncülerini genellikle gayrimüslimdir. Bu fotoğrafçılar için padişahın fotoğrafçısı olması önem kazanır. Birinci Dünya Savaşı ile Ordu Sinema-Film Merkezi’nde Foto Sebah, Febüs, Cezmi Ar gibi fotoğrafçılar görevlidir. Dönemin ünlü foto muhabirleri arasında Ferit İbrahim, Talha ve Velid Ebuzziya ile Burhan Felek sayılabilir. Atatürk’ün Kocatepe’deki fotoğrafı Kurtuluş Savaşı’nın efsanevi bir fotoğrafıdır.
Vietnam Savaşı’ndaki efsanevi fotoğraflar ne yazık ki dehşet vericidir. Amerika’nın napalm saldırısında vücudu yanmış bir çıplak çocuğun, kollarını açıp acıyla bağırarak koştuğu görüntü ya da Güney Vietnamlı generalin Vietkonglu subayı sokak ortasında başından vurarak infaz etmesi unutulması zor karelerdir. Bu fotoğraflar, savaşın kötülüğünü anlatması açısından önem taşır.
Sinema filmlerinde de dondurulan kare çekimleri de dramayı anlatması açısından dikkat çekicidir. Bütün zamanların en iyi westernden biri sayılan Sonsuz Ölüm / Butch Cassidy And The Sundance Kid (George Roy Hill, 1969) filminde, kanlı bir son yerine seçenekleri kalmayan iki soyguncunun kurşun yağmuruna doğru silahlarını ateşleyerek koşmaları sırasında sahne dondurulur. Öldürülecekleri kesindir ancak yönetmen bu etkili kareden sonra kapanış jeneriğine geçer.
Filmde olduğu gibi fotoğraflarda; mazlumların, istismara uğrayanların, kıtlık yaşayanların, müstehcenlik içerenlerin, katliam ya da cinayet gibi görüntülerin kullanılmasına bazı eleştirmence karşı çıkılır. Bu görüşe karşı olanlar ise, gerçeğin sansürlenmemesi gerektiği inancındadır. Yıllar öncesinin “kahvaltı testi” de denilen yaklaşımda editörler, fotoğrafların kullanılmasının bir pazar sabahında masa başında toplanan aileyi rahatsız edici, huzurunu kaçırıcı olup olmadığına göre karar verilmesi gerektiği görüşündedir. Çoğu editör de bu görüşün yersiz olduğunu belirtir. Bu iki farklı görüş beraberinde bir farklı tartışmayı da getirir. Fotoğrafçı olaya müdahil olmalı mıdır yoksa sadece görevini yapmayı sürdürmeli midir? Çok kapsamlı bir araştırmanın konusu olacak bu konularda tüm editörlerin anlaştığı bir nokta görülmemektedir.
Sadece kahvaltı yapan aileyi değil, hâkim güçleri de rahatsız eder Vietnam katliamları gibi görüntüler. Fotoğraflar, savaş karşıtı hareketlerin yükselmesine neden olur. Life dergisinin foto muhabiri Larry Borrows ve üç foto muhabiri 1971’de Amerikan helikopterinden açılan ateşle öldürülür. Life bir yıl sonra yayınına son verir. Sansür, baskı ve benzeri konular da incelenmesi gereken diğer noktalar.
Gazeteci, yazar ve siyasi gözlemci Oriana Fallaci (1929-2006). Gazetecilerin ve foto muhabirlerinin aynı zamanda birer tarihçi olduğunu, olayları gelecek kuşaklar için kayda aldığına dikkati çeker. Fotoğraf sadece bir karta, gazeteye, dergiye basılan veya bir dijitale kaydedilenden an değil, gerçeği gösteren belgedir. Gerçeği tarif etmek, algılamak, anlamlandırmak içinde bulunulan tarihi koşullara göre, değişiklik gösterir.
Fotoğrafı yorumlamak konusundaki akla gelen isimlerden biri olan sinema, fotoğrafçılık, medya ve çatışma bölgeleri ile ilgili yazılarıyla tanınan Amerikalı yazar ve eleştirmen Susan Lee Sontag’dır. “On Photograpy”de, “Fotoğraf lehine yapılan ahlaki iddialar ne olursa olsun, onun asıl etkisi, dünyayı, her nesnenin bir tüketim maddesi olarak değersizleştirildiği, estetik beğeniye yönelik bir öğe olarak tanıtıldığı, duvarları olmayan bir mağazaya veya müzeye dönüştürmektir. Kamera aracılığıyla insanlar, gerçekliğin müşterisi veya turisti haline gelirler” diye yazar.
Sontag, fotoğraf tarihini ve toplum üzerindeki etkisini ele alır. Ona göre, fotoğraf gerçekliğin bir yorumu ve izidir. Fotoğraf, resim gibi öznel değildir ve görüntüdekilerin bir zamanlar gerçekten var oluşlarının kanıtıdır. Yakalanan görüntü, sadece konusunu değil, izleyiciyi de biçimlendirecek kadar etkilidir. İdeolojik, siyasal, günlük davranışların sergilenebileceği atmosfer, kanaatlerin oluşmasında önemli role sahiptir. Görüntü, kaybolan gerçeğin yerine ikame edilerek hâkim güçlere politikalarını devam ettirebilir.
Tartışılan fotoğraf karesinden buraya geldik. Geçen hafta sözünü ettiğimiz mürettebatın fotoğrafını çekenle acaba Meclis’teki kareyi kayda alan fotoğrafçı aynı mı bilemem. Eleştirilerin ana noktasını oluşturan, verilen ya da verilmek istenilen mesajla ilgili. Muhalifler fotoğrafın yayınını ardından ne söylerse söylesin, gerçek mesajın alındığı yolunda. Benim üzüldüğüm, yakında rozet değiştirecek üç milletvekilinin bu kareye yetişememiş olması ve yetişmeleri halinde sürekli gülümsediğini söyleyen politikacının alacağı yüz şekli.
Fotoğraf çekinelimden nerelere geldik? Önce bir şeyi ifade edeyim, kelime yanlış kullanılıyor. Olsa olsa galat-ı meşhur yani herkesin doğru bildiği yanlış. Hatta bu kelimede bile anlaşma zaman zaman yok olur ve galat-ı meşru denilir. Soru işaretinden bahsetmeye gerek yok, en azından “miyiz” ayrı. Fotoğraf aynı zamanda bireyin onu nasıl kabul ettiğine bağlıdır. O yüzden, “fotoğraf çekinelim”den meram, görevli tarafından -çoğu zaman komi veya garson- kişinin ya da grubun onlarca kez telefona kayda alınmasıdır. Sırf, “gözüm kapalı çıkmış,” “yine göbekli çekmişsin,” “bu kadar da gülmemiştim” serzenişlerinden kurtulabilmek için. Fotoğraf çekinelimden çekinmek mi yoksa çekinmemek mi? İşte mesele.
Not: CMK 91,5. Gözaltı maddesi yeniden yazıldı sanki.