Galatasaray, UEFA Şampiyonlar Ligi’nde bu kez sahasında Bodo/Glimt’i 3-1 mağlup etti ve uzun yıllar sonra Avrupa’da üst üste galibiyet alma başarısını gösterdi. Bu sadece bir galibiyet değil, aynı zamanda Avrupa arenasında yeniden ayağa kalkışın güçlü bir sinyaliydi.
Maça adeta fırtına gibi başladılar. Üst üste ataklar, ön alanda bitmek bilmeyen bir pres, sürekli gol pozisyonları… Liverpool’un Galatasaray’a karşı sergilediği o yüksek tempolu oyunu hatırlarsınız; işte bu kez roller değişmişti. Bu defa Galatasaray, Bodo/Glimt karşısında o oyunu oynayan taraftı. Fark şu ki, Liverpool karşısında o gün duvar gibi duran Galatasaray, bu kez o duvarı yıkandı.
Skor 3-0’a geldiğinde işin rengi belliydi. Hatta biraz dikkat, biraz daha soğukkanlılıkla fark 4-5 bile olabilirdi. Fakat geçtiğimiz yıldan bu yana süregelen bir problem, bu maçta da kendini gösterdi. Yedekler oyuna girdikten sonra Galatasaray’ın oyun ritmi düşüyor, hatta yerle bir oluyor.
Lemina oyundan çıktıktan sonra orta saha dengesini kaybettik. Atletik yapısıyla tempoyu diri tutan Lemina’nın eksikliğinde, oyunun ritmi düştü. Gabriel Sara, oyun kurulumunda teknik açıdan çok değerli bir isim, ancak kapalı savunmalara karşı set oyununda biraz yavaş kalıyor.
Asıl kırılma noktası ise Icardi’nin oyuna girdiği andı. Osimhen ve Yunus Akgün de aynı dakikalarda kenara geldi. O ana kadar ön alanda müthiş bir baskı yapan, top kaparak gol pozisyonu yaratan Galatasaray, bu değişikliklerle birlikte rakibin kontrolüne geçti. Tribünden çok net görülüyordu: Icardi ön alanda pres yapmadı, rakip savunma topla çıkarken onlara baskı kurmadı. Bodo/Glimt bu fırsatı iyi kullandı ve o dakikalardan itibaren oyunun hâkimi olmaya başladı. Galatasaray hem ön alan baskısını hem de orta saha üstünlüğünü kaybetti. Icardi–Osimhen değişikliği bana göre biraz erken geldi; son dakikalara saklansa çok daha dengeli olurdu.
Elbette uzun süreli sakatlıktan dönen futbolcuların tempo yakalaması kolay değil, hele 30’lu yaşlara gelinmişse. Ama Avrupa’da benzer durumda olan futbolcuların nasıl çalıştığını da görüyoruz. Milli takımlarına çağrılmayan oyuncular bile, ellerinde ağırlıklarla, havada adeta uçarak antrenman yapıyorlar. Çünkü orada “dönmek” sadece sahaya çıkmak değil, fiziksel olarak yeniden savaşmaya hazır hale gelmek anlamına geliyor.