CHP’nin cumhurbaşkanı adayını belirlemek için düzenleyeceği ön seçimin tek adayı İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Sözcü gazetesini ziyaret eden İmamoğlu; ön seçim süreci, Özgür Özel ve Mansur Yavaş ile olan ilişkisi, diploma tartışması ve eşi Dilek İmamoğlu’nun açıklaması gibi konularda konuştu.
Sözcü’de yer alan habere göre, İmamoğlu’nun konuşmasından satır başları şöyle:
2023’ün 29 Mayıs sabahı bir değişimi başlatmak zorundaydık. Aksi takdirde başarılı olma şansımız yoktu. Diyerek yola çıktığımız, kol kola gönül birliği yaptığımız Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel ile birlikte hazırladığımız manifestonun en önemli ve ilk şartlarından birisi de “Cumhurbaşkanı adayımızı ön seçimde belirleyeceğiz” diye o dönem basılmış manifesto kitapçığımızda açıkça ve net bir şekilde yazılıdır.
ADAYLIK İÇİN ERKEN TARTIŞMALARINA YANIT
-Zaman meselesi çok tartışılan bir mesele. Herkese göre değişir. Mesela ben, kendi siyasi yaşamımdan örnekle bahsedeyim. 2009’da ilçe başkanıydım. Herkes yedi sekiz ay sonra ‘Ekrem İmamoğlu yerel seçime aday olmak için çalışıyor, adaylığını ilan etti’ gibi şeyler dedi. Genel merkezden gelen toplantılar vesairelerle çok hazırlıklı bir süreç yönettik. O gün dahi benim işime, şantiyelerime, aileme, yaşadığım eve açılan davalar, saldırılar, büyükşehir belediyesinden şantiyemi basma, ilçe belediyesiyle ilgili birtakım ruhsat iptallerine gitmeleri gibi neler yaşadım yani? Bugüne çok benzeyen küçük bir modeli diyebilirim. Ama sonuçta 2009’da ilçe başkanı olduğumda, son genel seçimde ve yerel seçimde yüzde otuzla otuz bir civarında oyu olan bir partiyi, 2014 senesinde yüzde 51 seçim kazanan bir yerel yönetim belediye başkanı oldum. Dolayısıyla zamanın çok büyük bir faydası var. Erişebildiğiniz insan, kurabildiğiniz kadro vesaire. Küçük bir ölçekten bu örneği veriyorum. Ama büyük ölçekli baktığınızda, bugün Türkiye’de bir Cumhurbaşkanı adayının yola çıkmasının bir maraton koşusuna benzetilmesi gerekir. Yani yüz metre koşmayacağız. Saniyeler içerisinde koşup bitirmeyeceğiz. İki ay önce, kırk gün önce açıklanmış aday meselesine benzetebilirsiniz.
"ZERRE KORKUM YOK"
Böyle bir sürecin de bize bir yarış kazandırmadığını, son üç genel seçime bakarak da, bugünkü rejimle bütünleşik bakarak da teyit edebilirsiniz. O zaman bizim yeni bir yola, yeni bir yolculuğa, yeni bir yönteme ihtiyacımız var. Ben bu konuda kendime çok güveniyorum. Kararlı bir süreç yönetimiyle beraber bunun bir zafiyete uğramayacağını da inanıyorum. Ama dediğim gibi, yani ben kimseye bir asfalt yol tarif etmiyorum. Bu yolculuğun ne kadar meşakkatli, kavgalı, çatışmalı, hatta tahmin edilemez çatışma boyutlarına kadar iktidarın elinden gelen bütün vahşiliği göstereceğini biliyorum. Bunu bilerek bu yarışa giriyorum ve buna talibim dedim. Zerre korkum veya endişem yok. Ama elbette yüksek bir tedbir duygusuyla, önlemler alarak, çalışmalarını ona göre yönlendirerek yürünmesi gereken bir yolculuk. Biz öyle bir hazırlık dizayn etmeliyiz ki, bu Türkiye’nin tarihinde görmediği bir genel seçim hazırlığı olmalı. Zira bu genel seçim hazırlığı sadece bir seçim kazanma hazırlığı değil. Aynı zamanda karşısında olduğumuz bir sistemi, bir rejimi değiştirme hazırlığı. Dolayısıyla bu aslında bir devrim olacak yine. Çünkü biz halk olarak bugünkü mevcut sistemden razı değiliz. Bu sistem baskıcı; iki dudağın arasında yargının, her şeyin, sporun bile, aklınıza gelebilecek her duygunun, her yaşam biçiminin, her sivil toplum kuruluşunun, iş dünyasının, her iradenin neredeyse bir tahakküm altında olması net olarak gördüğümüz bir sistem. Bunu hiçbir vatandaşımız kabul edemez. Yani bizim insanımız özgürlüğüne ne kadar düşkün olduğunu ve özgürlüğünü ne kadar sahiplendiğini hepimiz biliyoruz. Bu genetik bir şeydir. Bugüne ait bir şey değildir belki. Dedelerimizden, ninelerimizden kalma bir duygudur. Vatan duygusu, “Vatan ise mevzu, gerisi teferruattır” bugün bu yolculuğun ana mottosudur. Özgürlük mottosudur. Böylesi bir çalışmanın da öyle sıradan bir çalışmayla, birkaç aylık bir kampanyayla olması mümkün değildir.
“ÇOK GÜÇLÜ BİR KAMPANYA OLACAK”
Çok güçlü bir kampanya olacak. Bir kere hazırlığı çok önemli. Şunu ifade edelim: Biz bugün hazırlığa başlamıyor değiliz. Türkiye meselesi, Türkiye tahayyülü, Türkiye ülke politikalarıyla ilgili yaklaşık dört yıldır çalışan bir mekanizmamız, bir sistemimiz var. Daha önceki genel seçimde genel merkezimizi ya da Cumhurbaşkanı adayımızı arzu ettiğimiz seviyede faydalandıramadığımız çok yoğun çalışma zeminimiz var. Bu çalışma ürünlerinin hemen hemen hazır olduğunu söyleyebilirim. Tabii ki revizyona muhtaçtır. Ülke politikaları inovatif bir şeydir. Biz özellikle 2025 yılında çok net bir biçimde Cumhurbaşkanı adayı ve partimizin müşterek çalışmasından çıkacak sonuçları şöyle sıralayabilirim: Parti programı, hükümet programı, sandıkla ilgili alınacak bütün tedbirler, sandık görevlileri, okul sorumluları, sandık hukuk ve bilişim sorumluları gibi olağanüstü organize bir modelle, biz bütün sistemi, bütün Türkiye’de 2025’te hazırlama yönünde kararlıyız.
ÖZGÜR ÖZEL VE MANSUR YAVAŞ İLE İLGİLİ TARTIŞMALARA YANIT
-Burada tartışılan şöyle konular da var: Cumhuriyet Halk Partisi içerisinde değerli başkanımız Mansur Bey’in pozisyonu bir tartışma konusu. Çokça konuşuluyor. Bir başka konu da Cumhuriyet Halk Partisi bir siyasi yapımız, bunun Genel Başkanı var ve Cumhurbaşkanı adayı böyle bir ikili yapı ya da ikililik nasıl yürütülebilir? Açıkçası Cumhuriyet Halk Partisi şu anki Genel Başkanı Sayın Özgür Özel ile benim aramda olan hukuku burada anlatmama gerek yok. Her ikisi de aslında Mustafa Kemal Atatürk’ün ilk koltuk sahibi olarak bize hediye ettiği iki kurum: Biri Cumhuriyet Halk Partisi, diğeri Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Bu manada her iki koltuğun da kutsallığını bilerek birbirine kurumsal saygı ve sevgi ve aynı zamanda ideal birliği, bir dava birliği çerçevesinde bakan iki kişiyiz. Mansur Bey meselesinde de daha önce medyada ifade ettim. Hem Genel Başkanımızın kendisiyle olan müzakereleri hem benim kendisiyle olan diyalog ve müzakerelerinde, kendisinin ön seçimle ilgili bir eleştirisi olmadığını ama erken olduğunu, dolayısıyla bu sürece katılmayacağı kanaatini dile getirdi. Bu olduğu an toplantımızda da aynı şekilde oldu. Dolayısıyla son süreçte kendisi, Cumhuriyet Halk Partisi’nde düzeni bozan ya da ikilik yaratan bir kişi asla olmayacağını, Cumhuriyet Halk Partisi’nin kararının çok net olduğunu ve buna uyum sağlama konusunda herkesin gayret göstereceğini bir partili kimliğiyle ifade etmişti. Bu çok değerlidir. Bizim için çok kıymetlidir. Bizdeki konumu, yeri de çok kıymetlidir, çok özeldir.
“ERDOĞAN’I RAKİP OLARAK GÖRMEK İSTER MİSİN?” SORUSUNA YANIT
-Beni o günün rakibinin kim olacağı ilgilendirmiyor. Ama bugünkü rakibin Sayın Erdoğan olduğu net. Nasıl bir rakip Sayın Erdoğan? Bir kere istemediği rakibi bertaraf etme çabasını dizayn, bunu kendine bir siyasi strateji hakkı gören bir kişilikle karşı karşıyayız. Bunu her ortamda gösteriyor. Örneğin işte olan müdahaleleri, İstanbul’un hizmetlerini aksatması, İstanbul’a yaptığı kötülükler, hatta kendi sözüyle ihanetlerin her gün, hatta bugün bile devam eden şekilde süren pozisyonu bu manada bunu ispat eden bir durumu var. Aynı zamanda çok net olarak “Heybede turbon büyüğü” tarifiyle şu anda onlarca, artık diyebileceğim, neredeyse yakında yüzü aşacak şekilde bize ve bizim ölçeğimizde yaptığı hukuka uygun olmayan müdahaleleri, uygulamaları, tamamının savcısı olduğunu ilan etti. Yani “Davadan haberdarım, yürütülen mahkemeleri, soruşturmaların içeriğini biliyorum, verilecek kararı da biliyorum” diyor. Yani bu kadarı hiçbir dönem, hiçbir siyasetçinin ağzından duyulmamıştır herhalde. Böyle bir şey dünya ölçeğinde var mıdır, emin değilim. Yani yürütülen işler, kaldığı gizli kararı olan dosyalarda, bizim avukatlarımızın bile ulaşamadığı, erişemediği hususlara dair bir ülkenin Cumhurbaşkanı kalkıyor, davadan haberdar olduğunu söylüyor, içeriğini biliyor ve hatta sonucunu biliyor. Yani sonucunu bile ortaya koyacak şekilde bir süreç yönetimi içerisinde. O bakımdan ismin önemi yok.
DİPLOMA AÇIKLAMASI
-Türkiye’nin tarihine geçecek bir iş yani. Çok komik, saçma. Bir de tabii bazı kurumların da bu işe alet edilmesini üzüntüyle takip ediyorum. Yani başta yok olmak üzere savcılığın hadsiz yazıları, gerçekten yani savcılığı ilgilendirmeyen kavramları içine koyarak üniversiteye yazdığı yazı, hukuken bana göre bir komedyen. Yani gerçekten bir trajikomik bir metin. Belge istersin, bilgi istersin ama daha ileri geçip talimat veren yönde ifadeler içeriyor. Dolayısıyla kendisinin ne ait bildiği herhalde hususu, acaba buradan da yakalayabilir miyiz diye bir bakış açısı çok komik ama bir yanıyla da karşımızdaki, az önce ifade ettiğim gibi rakibi. İsmi Erdoğan. Yürüttüğü sistem ortada. Mevcut rejimin kurucusu ve sahibi de Erdoğan. Bütün bu söylediğim üçlemeden de tamamı da bizi değiştirmek istediğimiz şeyler zaten. Bu da bu hamlede tam onun tarzı. O bakımdan inşallah hukuken yarın da bazı açıklamalar olacak arkadaşlarımızın. Hukuken en ciddi şekliyle, eksiksiz, yani evrakta eksik olmadan önlerine koyulacak her şey
“ERDOĞAN İLE BENZEDİĞİMİZ TARAFLARIMIZ YOK”
Dilek sonuçta kendi düşüncesini ifade etti ama benzeyen pek bir yanımız yok. Kişisel yaşamıyla ilgili bir tanışıklığım da yok zaten. Ama siyaset yaşamında hemen hemen hiç benzediğimiz taraflarımız yok diyebilirim. Olsa da söylerim yani. Belki bir de futbol oynadığımı söyleyebiliriz yani. O kaleci değildi. Ben kaleciydim. Bir de benim üniversite arkadaşım çok.