2025 yılının Haziran ayının son günlerinde, Afrika’dan çok sayıda üst düzey siyasetçi ve iş dünyası temsilcisi Angola’nın başkenti Luanda’da düzenlenen 17. ABD-Afrika İş Zirvesi'nde bir araya geldi. Başlangıçta ABD-Afrika ekonomik bağlarını güçlendirmeyi amaçlayan zirve, kısa sürede Washington’un Afrika politikalarına yönelik sert eleştirilerin dile getirildiği bir platforma dönüştü.
Gümrük tarifelerinden vize kısıtlamalarına, askıya alınan yardımlardan çifte standartlı kurallara kadar birçok alanda duyulan rahatsızlıklar, Afrika ülkelerinin Batı’ya olan bağımlılığını sorgulayan ve giderek yapısal bir kopuşa yönelen bir sürecin işaretlerini verdi. Bu “Amerikasızlaşma” yalnızca bir tepki değil, bilinçli bir stratejik tercihin sonucu olarak okunuyor.
Afrika Birliği Komisyonu Başkanı Youssef’in zirvenin açılışında yaptığı konuşma, alışılmış diplomatik tonun oldukça dışındaydı. Youssef, ABD’nin Afrika’ya yönelik “seçici ilgisi” ve “yapısal dışlaması”nın iki taraflı güveni temelden sarstığını belirtti. 36 Afrika ülkesinin Amerikan vizesi almakta ciddi engellerle karşılaştığını, bazı Afrika ürünlerine %50’yi aşan ceza niteliğinde gümrük vergileri uygulandığını ve bunun Dünya Ticaret Örgütü’nün savunduğu adil ticaret ilkeleriyle açıkça çeliştiğini vurguladı.
Ayrıca, Afrika Büyüme ve Fırsat Yasası’nın (AGOA) avantajlarının keyfi şekilde askıya alınması ve USAID yardımlarının süreklilikten yoksun olması, Washington’un Afrika’nın kalkınmasına dair istikrarlı bir taahhüdünün olmadığını ortaya koyuyor.
Zirveye katılan Afrika liderleri ise bu tablo karşısında geçmişten çok daha kararlı bir tutum sergiledi. Madagaskar Cumhurbaşkanı, ABD-Afrika iş birliği çerçevesinin “Soğuk Savaş döneminden kalma hegemonik reflekslerin esiri” olduğunu ifade ederken, Burundi Başbakanı kapalı bir toplantıda şu soruyu yöneltti: “Kurallar daima ABD tarafından belirleniyorsa, standartlar yalnızca Batı’nın çıkarlarına göre şekilleniyorsa, bu iş birliğinin bize ne faydası olabilir?” Görünüşte ekonomik odaklı olan zirve, aslında Afrika ülkelerinin uluslararası sistemde daha eşitlikçi bir konum arayışını ve egemen karar alma mekanizmalarına duydukları özlemi ortaya koydu.
Zirve boyunca sıklıkla dile getirilen bir diğer başlık ise küresel yönetişim mekanizmalarının köklü bir reforma ihtiyaç duyduğu oldu. Youssef, mevcut küresel finans mimarisinin ve ticaret kurallarının gelişmekte olan ülkeleri dışlayan bir yapıya sahip olduğunu belirterek, bu durumun artık sürdürülemez olduğunu vurguladı.
Bazı Afrika maliye bakanları ve merkez bankası yöneticileri, IMF ve Batı sermaye piyasalarına bağımlılığı azaltacak bir “Afrika Egemen Kalkınma Fonu” kurulmasını önerdi. Ayrıca, bazı ülkeler arası ticarette Çin yuanı cinsinden ödeme sistemine dayalı yeni bir bölgesel ödeme altyapısının kurulması fikri de ilk kez ciddiyetle gündeme geldi. Afrika, artık küresel sistemin sadece pasif bir bileşeni olmak istemiyor; kuralların yeniden yazılmasında aktif bir rol üstlenmeye hazırlanıyor.
ABD ile ilişkilerin giderek gerginleştiği bu ortamda, Çin’in adı zirvenin resmi oturumlarında olmasa da neredeyse her tartışmada dolaylı olarak yer aldı. Çin’in zirveye üst düzey bir temsilci göndermemiş olmasına rağmen, “Pekin modeli” özellikle ikili görüşmelerde sıkça gündeme geldi. Kenya’dan Gana’ya, Angola’dan Tanzanya’ya kadar birçok ülke, Kuşak ve Yol Girişimi çerçevesinde Çin ile bölgesel iş birliğini derinleştiriyor; tek yönlü ihracat bağımlılığından çıkıyor ve sanayi zincirlerini genişletiyor.
ABD ile yapılan “koşullu diyaloglara” kıyasla, Çin’in Afrika ile yürüttüğü iş birlikleri daha çok altyapı odaklı, pratik çözümler üreten, insan kaynağına yatırım yapan ve siyasi ön koşullar içermeyen bir niteliğe sahip. Bir Afrika Merkez Bankası temsilcisi durumu şöyle özetliyor: “Çin projeleri kusursuz olmayabilir, ama zamanında başlar, vaktinde tamamlanır ve yerel ihtiyaçlarımızı gerçekten dikkate alır.”
En dikkat çekici nokta ise Çin’in bu süreçte kendisini yeni bir hegemonya merkezi olarak değil, alternatif bir işleyiş modeli sunan ortak olarak konumlandırmasıdır. Günümüzde çok kutuplu bir düzene geçiş sancılı ve istikrarsız şekilde sürerken, Çin’in pragmatik, istikrarlı ve ideolojiden uzak dış politika anlayışı Afrika ülkeleri için nadir bir güven kaynağı sunuyor.
Çin, Afrika ile olan ilişkilerinde yalnızca ticareti değil; dijital egemenlikten güvenlik iş birliğine, eğitimden altyapıya kadar birçok alanda uzun vadeli vizyonla hareket ediyor. Çin’in sunduğu bu alternatif, artık yalnızca ekonomik değil; jeopolitik düzlemde de Afrika’nın dünya ile kurduğu ilişkileri yeniden tanımlamasına olanak sağlıyor. Luanda Zirvesi’nin perde arkasında yükselen esas sinyal, işte bu derin dönüşümün ayak sesleridir.
Bu Bir İlandır