Siyasal bilimciler, demokrasiyi halkın seçimlerde oy kullandığı siyasal sistem olarak tanımlanmasının yeterli olmadığını belirtir. Zira, otoriter rejimlerde seçim sandığı göstermeliktir. O takdirde, demokrasi için, yurttaşların haklarının sorumluluğunda ve bilincinde olması, fikirlerini açıkça söyleyebilmesi gerekir. Demokrasilerde bu nedenle yurttaşlar, siyasal partilerde örgütlenir. Siyasal partiler yurttaşların iktidar ya da iktidar ortağı olabilmesi amacıyla kurulur.
Çağımızda örgüt büyük önem taşır. Maurice Duverger’e göre, örgüt, üyelerinin faaliyetlerinin genel çerçevesini, aralarındaki dayanışmaya verilen biçimi belirler. Liderlerin seçim sistemlerini ve yetkilerini belirler. Böylece örgütün durumu, bazı partilerin güçlü-etkili, bazılarının güçsüz-etkisiz olmasının nedenini ortaya koyar. Seçimlere katılabilen partilerin sayısı, siyasal sistemi tarif eder. İki parti sistemi, çok parti sistemi ve tek parti sistemi.
Siyasal partilerin yapısı, tüzüğü, duruşu da ideolojik yapılarını gösterir. Temelde (bazı siyasal bilimciler bu ayrıma basit ve yanıltıcı olduğu iddiasıyla karşı çıkar) sağcı ve solcu diye ayrılabilen parti ideolojileri içlerinde de farklılık yaşar. Sağcı partiler, muhafazakâr, liberal, siyasal İslamcı ve faşist nitelik taşıyabilir. Solcu partiler de sosyal demokrat, sosyalist, komünist, Hıristiyan demokrat, yeşil ve çevreci diye adlandırılır. Bu tanımlar mutlak değildir, farklı gruplandırmalar yapılabilir.
Batı ülkelerinde, solcu partilerden iktidara en yakın aday olarak sosyal demokrat partilerden bahsedebiliriz. Avrupa’da 1848 Devrimleri ya da Halkların Baharı, sosyal hareketin başlangıcı olarak sayılır. Sosyalistler, klasik demokrasiye zıt olmayan, siyasi demokrasiyi iktisadi ve sosyal demokrasi ile tamamlayan adil bir paylaşımı hedefler.
Söz konusu yıldan itibaren toplumda üretim ve güçleri değişime uğrar. Tarım toplumu, endüstri toplumuna dönüşür. Endüstriyel üretim, nüfusla birlikte artar. Böyle bir ortamda, sosyal demokrasi güçlenmeye ve örgütlenmeye başlar. 19. yüzyılda solculuk, liberal veya sosyal demokrat olma anlamına gelirken, daha sonra solculuk, sosyal demokratlığa veya sosyalistliğe evrilir. Sosyal demokrasi ve sosyalizm arasındaki fark giderek açılır. III. Enternasyonal’de 1919’dan itibaren Sovyetler Birliği’nin öncülüğünde sosyalist devrim tezi benimsenir. Sosyalistlerin enternasyonali 1951’de vücut bulur. Demokratik sosyalizmi benimseyen sosyal demokratlar, kapitalizmi reddetmez, düzenlenmesini öngörür. Sosyalizm amaçtır ama komünizme götürecek bir araç olmayacaktır.
Türkiye’de sosyal demokrasiye 60’lardan itibaren eğilim başlar. CHP lideri İsmet İnönü, tanımı pek uymasa da “ortanın solu”nda olduklarını belirtir. Parti, devletçiler ve ortanın solcuları arasındaki mücadeleye sahne olur. “Karaoğlan” Bülent Ecevit, 1974’te liderliğinde hazırlanan tüzükte (daha sonra partisinin ismi olacak) “demokratik sol” tanımı kullanılır. Bu belirsiz tanım daha sonra Ecevit’in konuşmalarında sosyal demokrasi ile birlikte anılır. Demokratik solda hükümet kurmak için motel odalarında sağcı bir partinin vekillerini transfer etme var mıdır bilinmez.
Parti içindeki tartışmalar, hizipleşmeler 12 Eylül faşist darbesi ile zorunlu olarak halı altına süpürüldü. Adı yasaklandı. Tabelaları toplatıldı. Genel Başkan ve parti üyeleri bir nevi sürgüne gönderildi. Ama miras duruyordu. Güdümlü 1983 seçimlerinde, sosyal demokrasiyi, Aydın Güven Gürkan’ın başkanı olduğu Halkçı Parti temsil etti. Bu adım CHP’ye gidecek yolun başlangıcıydı. SODEP kuruldu. Başkanlığını Erdal İnönü üstlendi. SODEP, HP birleşti. Kasım 1985’te Sosyal Demokrat Halkçı Parti’ye dönüştü. Aynı ay Bülent Ecevit’in eşi Rahşan Ecevit, Demokratik Sol Parti’yi kurdu. CHP’nin yeniden hayat bulması Deniz Baykal başkanlığında Eylül 1992’yi bekleyecekti. Kaset kurbanı Buykal’dan sonra 2010’da Kemal Kılıçdaroğlu dönemi başladı.
Derken, “Ekmek için Ekmeleddin” gibi “yaratıcı” sloganla İslamcı Ekmeleddin İhsanoğlu MHP ile Cumhurbaşkanı adayı gösterildi. Kaybetti. Kılıçdaroğlu, “altılı masa” icadıyla bu kez kendi aday oldu. Airfryerlı mutfağındaki börek açma gösterisi işe yaramadı. Kaybetti. Ama ona göre, kayıp yoktu. Dede, gerçekleri görmek yerine, işaret parmağı ile orta parmağını birleştirip kalanları yumruk gibi yapıp, sallayarak CHP’nin oylarının artıp artmadığının derdine düşmüştü.
Tarih dersi gibi uzun oldu yazdıklarım. Ama sosyal demokrasinin Türkiye’de gelişmesine kısaca bakmak gerekiyordu. Dikkat edilirse, bu özette, ister parti içi ister genel seçimlerde olsun, çoğu yönetici ya da üye, liderliğe veya yamaklığına geçmek için partilerine kin gütmedi.
Ama şimdi örgütlenmeye engel olamayanlar, bunu başaramayınca parçalamak isteyenler, parçalayamayınca da “içine gir ve içten dejenere et” şiarını üstlendiler. Listelerde gösterilen ya da yer verilen bir üyenin şikâyeti ve avukatının işbilirliliği ile onca başvurudan sonra bir asliye mahkemesi CHP İstanbul İl Kongresi’ni iptal etti, yönetimi görevden uzaklaştırdı. Karardan bir gün önce üye aidatını ödeme “becerisini” gösteren eski vekil Gürsel Tekin, kayyum olarak atandı. 2009 seçimlerinde beraber çalıştığı başkanı Kılıçdaroğlu ile aynı yola girdi. Zira seçimlerde “şaibe” iddiasını ortaya atan dede, 15 Eylül’de Kurultay’ın iptali halinde, büyük bir “fedakârlık” göstererek CHP’ye kayyum atanmaması için kendini “ateşe” -oy kullanmayı unutmazsa- atacak.
Önümüzdeki günler, özellikle ellerini ovuşturarak bekleyenlerin istediği gibi “mutlak butlan” yani sadece kurultayın iptali ile sonuçlanmayacak, Türkiye demokrasisinde mutlak buhrana sebep olabilecektir.
Not: Tele 1 üzerindeki karanlık, aydınlığını söndüremeyecek.