CHP Genel Başkanı Özgür Özel, TBMM'deki grup toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.
İBB'ye yönelik soruşturmalara ilişkin konuşan Özel, "Yalancı tanıklarla somut delillere ulaşamayınca etkin pişmanlığa sarılma sürecine girdiler" dedi.
Özel, tutuklu bazı isimlerin yaşadığı baskıyı "Onlarca arkadaş anlatıyor; "'Hastaneye gideceksin' diye beni aldılar. Hastane olmadığını gördüm, bir odaya girdim ne sedye, ne doktor ne hemşire... İçeriye savcı bey girdi. Avukatım da yoktu yanımda. Dedi ki 'Orada doğru yapmadın. Avukatından mı çekindin? Sana baskı mı yaptılar? Verdiğin ifade beni memnun etmedi. Ben bu kapıdan çıkar giderim 10 yıl evlatlarının yüzünü göremezsin. Bence daha doğru bir ifade vermelisin.'" sözleriyle aktardı.
Kıbrıs'taki iddialara ilişkin de konuşan Özel, AKP'li Süleyman Soylu'nun "Özel neden Erdoğan'ın oğlunu da konuşmuyor" diyerek mesaj gönderdiğini ileri sürdü.
Özel'in açıklamasından satır başları şöyle:
"Geçtiğimiz cumartesi günü Yozgat'taydık. Yürekten teşekkür ediyorum. Milletin, milletin efendisi olan çiftçilerimize, köylülerimize, geçim sıkıntısı içindeki emeklilerimize, yok sayılan, hor görülen kadınlarımıza, hayalleri çalınsa da bir umuda tutunan gençlerimize, Yozgat Meydanı'nı doldurdukları için, dosta güven, olmayana kaygı verdikleri için ve "Biz buradayız! Meydan boş değil. Meydan bu meydan! Yozgat burada!" diyenlere yürekten teşekkür ediyorum. 'Ne işiniz var Yozgat'ta' diyenlere karşı biz kalbimizin sesini dinledik. Yozgat haksızlığa karşı susmadı.
Biz bu işin sağını solunu, parti ayrımlarını bir kenara bırakıp demokrasiden yana olanlarla otokrasiden yana olanların mücadelesinde 105 yıl önce bu Meclis'te, 1. Meclis'te başlayan halkın iradesini önceleyen, halk ne derse o olur diyen, oyu bir ara halktan alıp onu baş tacı edip sonra güç kaybedince ona sırt dönenlerin, burun kıvıranların, önünden sandığı almaya çalışanların, seçeceği cumhurbaşkanına karışanların, cumhurbaşkanı adayını alıp da hapse atanların karşısında sosyal demokratların yanında milliyetçi demokratlar, onların yanında muhafazakar demokratlar, liberal demokratlar, sosyalist demokratlar, Kürt demokratlar, Yozgat'ta olduğu gibi yan yana omuz omuza Aleviler, Sünniler, tüm mezhepler, tüm görüşler hep beraberiz. Biz Gazi'nin emaneti kurduğu demokrasiden, cumhuriyetten yanayız. Seçme seçilme hakkından, seçimlerde yarıştan yanayız. Yarıştan kaçanlara, diktatör olmaya çalışanlara, sandığı kaçıranlara karşı biriz, beraberiz ve millet olduğumuz için biz yine 105 yıl önce olduğu gibi kol kola, omuz omuza hep beraber olduğumuz için biz kazanacağız. Tek adamlar kaybedecek.
"ABDULLAH AMCAYA SÖZ OLSUN"
9 Ekim günü karar verdiler darbe yapmaya. İstanbul'a yolladılar darbenin adalet ayağını güya. Bir adalet sarayına, orada yargı eliyle her şeyi dizayn etsin, düzenlesin diye. O günden bugüne onlar bir sonraki cumhurbaşkanına, cumhurbaşkanı adayımıza kumpas kurmaya, onu, arkadaşlarını, arkadaşlarımızı itibarsızlaştırmaya uğraşırken biz de buna günbegün itiraz ediyoruz. Bu kürsüden operasyondan 3 hafta önce bir darbe mekaniğinin devrede olduğunu, adım adım ilerlediklerini, bunun bir darbe girişimi olduğunu ifade etmiştim. Daha sonra bu darbeye direndik. Darbenin başına cunta dedik ve birçok tanımlama yaptık. Buna karşı onlar da kendilerince geçmişte darbelerin mağdurları iken, geçmişin mazlumları iken şimdi zalim oldukları için, bir darbenin başında oldukları için, tertipçisi oldukları için, gücü milletten almak yerine milletten korktukları için kendilerini savunmaya çalıştılar. Bazen daha büyük tehditlerle, bazen bir adım geri atarak, bazen başkalarına saldırtarak, bazen bir adım, bir kelime eksik konuşup sanki makulmüş gibi davranarak ama bu darbedeki heveslerinden vazgeçmediler şu ana kadar. Bütün süreçte dünya kadar tanımlamalar, dünya kadar söz söylendi ama hiçbir söz Abdullah Amca'nın sözü kadar güçlü değildi. Bütün süreci özetledi. Abdullah Amca dedi ki: "Turbunan şalgamınan devlet idare edilmez. Adaletlen, hukukla idare edilir." dedi. Buradan Abdullah Amca'ya söz olsun. Organik tarım yapanlar gibi organik bir sloganı bulan, yüreğinde hisseden, o sloganı buram buram toprak kokan, Yozgat kokan Abdullah Amca'ya söz olsun. Bu düzen değişecek. Turplan, şalgamlan değil, adaletle yönetenler bu devletin başına gelecek.
ÇOCUK YOKSULLUĞUNA DİKKAT ÇEKTİ
Yarın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı... Biraz önce özel oturumda Türkiye'nin dört bir yanından gelen çocukları gördük. Maalesef ülkemizde çocukların ağır sorunları var. Her dört çocuktan biri öğün atlamak zorunda kalıyor. Her 3 çocuktan bir tanesi okula gidiyor ve okulda hiçbir şey yemeden evine dönüyor. Çünkü elinde beslenme çantası ya da cebinde kantinden bir simit alacak parası olmadığı için. Güvencesiz çalıştırılanların yanında çocuk yaşta çalıştırılanlar var. Nitelikli eğitimden mahrum bırakılan bir nesil, babasının, annesinin ekonomik durumundan dolayı hayata kapatamayacağı kadar farkla geriden başlayan çocuklarımız var. Ve ne yazık ki güvende tutamadığımız, koruyamadığımız çocuklarımız var. Geçen sene bugün, 23 Nisan'ın öncesinde yüreğinde bayram heyecanı olan Narin, Matya Ahmet ve daha 2 yaşında olan annesinin giydirip de bayram günü güzelce giydireceği Sıla bebek yaşıyordu.
"NARİN'İ SILA'YI AHMET'İ KORUYAMADI"
Bu rejim, bu ülke 2025 yılında, 2024-2025 yılı arasında, Meclis'in 105. yılında, Cumhuriyet'in 102. yılında Narin'i, Sıla'yı, Ahmet'i koruyamadı. Biri 2, biri 8, biri 14 yaşındaydı. Biri gördüğü cinsel saldırıdan sonra hastanede öldü. Bir diğeri bir gördüğüne tanık olduğu için öldürüldü, saklandı, günler sonra bulundu ama bir milletvekili "O köyde dostlarımız var. Her şeyi anlatamayız, biliyoruz." dedi.
Onun bildiğini savcılar bilemedi. Şu öldürdü diyemedi ve bu meselenin üstüne bir siyasi partinin, ittifak ortağının siyasi uzantıları rahatsız olacak diye küçücük Narin cinayetinin üzerine tam anlamıyla gerçekten gidilemedi.
"KİMSENİN EVLADINI SAHİPSİZ BIRAKMAYACAĞIZ"
Ve hepimizin gözü önünde kaykay kıyafeti almaya giden 14 yaşında Ahmet Manguzi hunharca, barbarca, gözü dönmüşçe katledildi. Halen daha mezarına saldıranlar, annesini tehdit edenler, ailesiyle görüşen gazetecileri tehdit edenler var. Ellerinde güvercin resimleriyle, o güvercinlerin bacaklarına sardıkları uyuşturucu zulalarıyla, uyuşturucuyu yolladıkları yerlerle "Biz güçlüyüz." diyenler var. "Meydan okuyoruz." diyenler var. Bir yandan, bir yandan bu memlekette adalet arayan milyonlar, bir yandan adaletsizlikten dolayı, yaşadıkları haksızlıklardan dolayı evinden çıkamayan, karanlık odada ışığını açamayan anne babalar var. Bu yüzden bu Meclis'in kuruluşunun 105. yılında, Cumhuriyet'in kuruluşunun 102. yılında ant olsun ki bu memlekete hem siyaseten hem de her bir bebek için, evlat için, ana için, baba için hem güvenliği hakim kılacağız. Hukuk devletini hakim kılacağız. Adaleti hakim kılacağız. Çocuklarımızın karnını da doyuracağız. Onları koruyacağız. Bundan sonra kimsenin evladını bu memlekette sahipsiz bırakmayacağız.
TUTUKLULARA YAPILAN BASKIYI ANLATTI
Bugün Silivri'de yaşanan şudur. Dosyada ve iddialara bakıldığında tutuklamayla ilgili hiçbir somut gerekçe yokken 15,5 milyon insanın aday gösterdiği cumhurbaşkanı adayımızı, 6 belediye başkanımızı ve 100'e yakın arkadaşımızı orada haksız yere tutuyorlar. Aradan 34 gün geçti, bir iddia kanıtlanamadı daha, bir iddia kanıtlanamadı. Ancak 24 şirkete kayyum atadılar, 28 şirkete de tedbir koydular. Daha mahkeme bitmeden şirkete kayyum atayıp mahkemenin sonucunu baştan bilip o şirketleri batırmaya, o şirkette çalışanları o şirketlere sokmamaya başladılar. Dosyada suç olmadığı için insanları yalancı tanıklığa zorlamaya başladılar ve çok net olarak şunu ifade etmek isterim ki, hatta dün bir gazeteciye, bir köşe yazarına, bir gizli tanık ifadesine ya da bir yalancı şahide ya da etkin pişmanlıktan yararlanan birinin ağzından çıkan her söze, "Hadi bakalım şimdi bunlar doğru TRT'den istiyordunuz, hadi yayınlansın." dendiği için uzunca bir izahat yaptım. Sonunda da şöyle söyledim, buradan bütün gazeteci arkadaşlarıma da söylerim. Ben Silivri'de onlarca görüşme yaptım. Daha fazlasının bilgileri teker teker geliyor. Bugün Silivri'de yaşanan şudur: Apar topar yapılan bir operasyon, yazılamayabilen bir iddianame var. Gizli tanık var, Çınar, Ladin, Meşe diye üç tane odun. Bu gizli tanıkların ifadelerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne ve bizim Anayasa Mahkememize göre somut delillerle desteklenmesi lazım. Diyor ki sadece gizli tanık ifadesiyle işlem yapılmaz.
"TAYYİP BEY SAVCIYI ÇAĞIRMIŞ GEÇMİŞTE BİZ ŞÖYLE YAPARDIK DEMİŞ"
Ne yapıyor? Gizli tanık dünya kadar iftira atıyor, geçen hafta anlattım. Savcıyı çağırmış Tayyip Bey, geçmişte bu işleri nasıl yaptıklarını anlatmış. Davanın özeti "Kişi kendinden bilir işi" davasıdır bu. Tayyip Erdoğan biz şöyle yapardık demiş. Akbilde biz şöyle yaptık, reklam şirketleriyle şöyle yaptık, billboard'larla böyle yaptık, emin ol bunlar da öyle yapıyor. Gizli tanık ifadeleri aslında Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının verdiği tüyolar. Bunları söyleyip yola çıkıyorlar ama bir tane kanıt bulamıyorlar. Bir MASAK raporu var, tel tel dökülüyor ama raporda ortaya çıkan hesap hareketlerinin hepsinin tek tek cevabı veriliyor ve cevapsız kalmıyor. Asla ve asla çaresiz söylenen sözler karşısında savcılar çaresiz kalıyor, bizim taraftan kimsenin başı öne eğilmiyor. Bu durumda bu durumda döndüler AKP'yle iş yapan, bakanlıklarla iş yapan, geçmişte İBB'yle AK Parti döneminde iş yapmış, sonra bu tarafa gelmişlere yalancı tanıklık için zorlama yaptılar. Kabul edenler oldu, ileride hesap verecekler, mahkemede tek tek takip edeceğiz. O yalancı tanıklıkların ispatını ortaya koyamadıklarında, koysa zaten yalancı olmaz, tanık olur. Ama savcılık zoruyla "şöyle söyle, şöyle ifade ver" onu ispatlayamayanlar ileride hesap verecekler. Yalancı tanıklar da somut delile ulaşamayınca şimdi etkin pişmanlığa sarılmak üzere bir işe giriştiler. Ben etkin pişmanlıktan yararlanan ve süreci devam eden kimseye bir şey demem. Kanunda olan haktır, yararlanmıştır. Ne söylemiştir, ne etmiştir? Zaten baktığınızda ifadesine ne Ekrem başkanı suçlayan bir durum var ne başka bir şey. Ama buna hiçbir şey demem. Bir tek şunu söylerim arkadaşlar, bütün basın mensuplarına söylüyorum, onlarca arkadaşımız şunu anlatıyor: "Hastaneye gideceksin" diye beni aldılar, gittiğim binanın hastane olmadığını gördüm. Bir odaya girdim, ne sedye ne doktor ne hemşire. İçeriye savcı bey girdi, avukatım da yoktu yanımda ve dedi ki "orada doğru yapmadın, avukatından mı çekindin, sana baskı mı yaptılar, verdiğin ifade beni memnun etmedi, ben bu kapıdan çıkar giderim, 10 yıl evlatlarının yüzünü göremezsin".
"Bence daha doğru bir ifade vermelisin." Bir diğeri diyor ki: "Beni aldılar, cezaevinde 6 kapı geçirdiler. Nazikçe davrandılar, bir koltuğa oturttular, karşıma bir ekran açtılar, baktım savcı bey karşımda. Beni görüyorsun, 5 dakika daha buradayım. 5 dakika içinde kararını ver."
"Avukatımın olması gerekmiyor mu?" "Hayır. Bu öyle avukatlı bir görüşme değil. Sana hayatının fırsatını sunacağım. Çocuk kaç yaşında?" söylüyor. "Ya bak gelene kadar 10 sene geçer o çocuğun yüzünü görene kadar. Bu ekran kapanmadan fikrini değiştir. Desen ki 'Bu dava, bu ihaleleri kimin alacağını Ekrem Bey biliyordu, filanca biliyordu. Bizi de onlar zorladı.' buradan ekran kapanmadan çıkar gidersin, evladına sarılırsın. Yoksa 10-12 sene onun yüzünü göremezsin." Şimdi ben, gizli tanık, sonradan yalancı uydurma tanık, şimdi peşinde oldukları, haftalardır buna basıyorlar.
"BU ŞARTLAR ALTINDA ORTAYA ÇIKACAK İFADELERLE ADALET SAĞLANIR MI?"
Ve bu sebepten demiyorum, Allah'la kendi arasındadır ama bundan sonra çıksa ki 15 tane itirafçı. Yazdım gazeteci arkadaşlar, ben tek tek bu isimleri verebilirim. Gidip Silivri'de ziyaret edebilirsiniz. Bu şartlar altında ortaya çıkan etkin pişmanlıkla adalet sağlanır mı? Bu şartlar altında ortaya çıkacak ifadelerle adalet sağlanır mı? Bu sebepten bu meseleye bütün bütün Türkiye kamuoyunun bu perspektiften elini vicdanına koyarak bir kez daha bakmasını, bu davanın savcılarının çaresizliğinin üstlerindeki başsavcıdan, o başsavcının çaresizliğinin Ankara'daki her şeyi ben bilirim ben ben diyen, akın bana İstanbul'da lazımsın diyenden başkasının bu işin sorumlusu olmadığını bütün milletimize gözünün içine baka baka ilan ediyorum. Milletin iradesine baskı yapmaya, yön vermeye vesayetçilik denir. Gücünü milletten almayıp cuntaya soyunanlara vesayetçi denir. Vesayet postal giydiğinde de tanınır, kravat taktığında da. Birine kravat taktırmakla devlet adamı yapamadığınız gibi devletin başındaki yıllardır kravat takan biri darbeye giriştiğinde o kravat onu darbeci olmaktan, vesayetçi olmaktan kurtarmaz. Vesayet asker eliyle de kurulur, yargı sopasıyla da. Bu millet vesayetin her türlüsünü tanır, bilir, reddeder. Bu millet her şeyi affeder. Bazen yoksulluğa katlanır, bazen kendine yapılan başka türlü haksızlıklara katlanır, susar ama seçme hakkına, sandığa el uzandığında, çıkıp da koca koca generaller "bunu seçeceksin" dediğinde ya da bir başkası iki satırla kimin cumhurbaşkanı olup olamayacağına verdiği e-muhtırayla bir şey söylediğinde ya da milletin evlatlarını ordu evinin kapısında "Senin giyini beğendim gir, sen torununun nişanına giremezsin." dendiğinde o vakitten sonra o vesayet odağı korksun. Onun için söylüyorum ki Kenan Evren'e haddini bildirenler, e-muhtırada doğru yerde duranlar, 15 Temmuz'da çıplak elle tankları durduranlar 19 Mart cuntasını darmadağın edecekler, darmadağın edecekler.
"TRT BİR AVUÇ CUNTACIYA HİZMET ETMEKTEDİR"
Bu darbenin de bir karargahı var. Beştepe'deki Saray'dır. Silahı da ele geçirdiği yargıdır. Her silahın olduğu gibi, yargıdaki silahın da bir mühimmatı var. O da maalesef iftiradır, yalandır. Bu iftira ve yalanların bir mühimmat deposu, cephaneliği var. Üzülerek söylüyorum ki o da vergilerimizle ayakta duran TRT'dir. O TRT hangi TRT? 31 Mart seçimlerinden önce 1945 dakika, o gece birinci parti olacak CHP ve bana 25 dakika yer vermiştir. Toplam geliri 13.3 milyar dolardır. Yüzde 84'ü bandrollerimizden 2021 yılına kadar alınan elektrik bedelidir. TRT bugün 86 milyona değil, bir avuç cuntacıya hizmet etmektedir.
Bırak masumiyet karinesini dosya TRT'ye servis edilmiş. Usulsüzlük bile diyememiş. Avukatlar zor görüyor. TRT bu ifadeleri kullanıyor.
Her darbe TRT'yi hedef alır. Her darbede TRT'den bir bildiri okurlar. Cuntanın ilk hedefidir ama 15 Temmuz'da nasıl cuntacılar gittiler TRT'yi ele geçirdiler ama en sonunda milletten şamarı yediler. 19 Mart cuntası da TRT'yi ele geçirmiş olabilir ama millet bizimledir. Bu 19 Mart darbecileri zaten zorda olan ekonomimizi tamamen batırdı, perişan ettiler.
SAZLIDERE TEPKİSİ
Arap medyası şimdi cayır cayır cayır bu dairelerin satışının reklamlarını veriyor. Ve oraya gitti arkadaşlar hiç haberimiz yok İSKİ'ye bildirilmeden Sazlıdere İstanbul'da Avrupa yakasının çoğu Anadolu'dan Avrupa'ya basılıyor. Avrupa yakasının kendi su haznesi yüzde 100 olan içme suyu kullanımını 3 yıl önce yüzde 0'a değiştirmişler. “Buranın suyu kullanılamaz artık.” demişler. Kullanmayacaksınız. Neden sebep? Sebep etrafını yapılaşmaya açıyorlar. Artık orası su da toplayamaz. Artık orasının temizliği de korunamaz. Sazlıdere’yi bırakın suyu başka yerden bulun diye karar almışlar. İSKİ'ye tebliğ etmemişler. Yeni öğreniyoruz, yeni öğreniyoruz. İhale açmışlar bakanlık eliyle 24 ihale. Şu anda 100’ün üzerinde şirket alt işverenlerle birlikte binlerce dozer kamyon çalışıyor oralarda. Kanalı daha yapamıyorlar. Ona İstanbul’un muhafızı Ekrem İmamoğlu engel oluyor ama etrafındaki konutların inşaatına başlamışlar.
Neden? Söz vermişler, söz vermişler, satmışlar. Belki de bilmediğimiz kısmının paranın baştan peşin almışlar. İşte bu yüzden iyi ki İstanbullular oraya muhafız diye Ekrem Bey’i dikmişler. İyi ki bu darbe girişimi olup da kayyum ısınma hareketlerini yaparken İstanbullular Saraçhane’de 1 milyon kişi dikilmişler. Maltepe'de 2.2 milyon kişi dikilmişler. İyi ki Yozgat'ta o traktörleri çalıştırmışlar. İyi ki İstanbul’u bunlardan kurtarmışlar.
"KEŞKE BU KADAR HIZLI HAKLI ÇIKMASAYDIM"
Ekrem başkanın diploması iptal edildiğinde “bu ülkede artık hiçbir kağıdın değeri yok” demiştim. Tapunun dahi dedim tapunun dahi. Keşke bu kadar hızlı haklı çıkmasaydım. Keşke Hatay’da, Samandağ’da, Antakya’da, Kırıkhan’da, Defne’de haklı çıkmasaydım. Bunlar deprem olduğunda bir yıl içinde bütün evleri teslim edeceğiz dediler. Bugün 2 yıl üç ay geçmek üzere halen daha verilen konut 201 bin. 10 ilde yüzde 30'unu tutmuş. Hatay'a 46 bin konut vermiş. Devlet Hataylıların tapularına çökmüş durumdadır. Hatay'ın iradesini çaldıkları gibi şimdi de geleceğini ve Hatay'daki insanların tapularını çalmaktadırlar. Bunun hesabını Hataylılar ile birlikte teker teker soracağız. Burnunuzdan fitil fitil getireceğiz.
SOYLU 'ÖZEL ERDOĞAN'IN OĞLUNU DA KONUŞSUN' DEDİ İDDİASI
Kıbrıs’ı ne işlere zemin etmişler. Kıbrıs kadar turp çıktı ey heybeden. Kıbrıs kadar! Eski KKTC Büyükelçisi Yasin Ekrem Seri, Babası Maksut Serim Akbil, İkdaş, Belbim davaları sırasında Vakıfbank Valide Sultan şubesinin müdürü...
O günden beri o ilişki içindeler. Bir açıp okuyalım, bir açıp okuyalım neler olmuş Akbil’de. Nasıl yolsuzluktan yargılanılmış? Bütün Harun Karaca en son bütün Akbil yolsuzları nasıl yıllarca milletvekilliği ile kaçırılmış? Sonra o davalara neler yapılmış?
Maksut Serim ya Vakıfbank’ın şube müdüründen örtülü ödenek başkanı yaptı. Yanından ayırmıyor. Gelmiş gelmiş onun oğlu Yasin Ekrem Serim meslekten gelmez dışişlerine sokulmuş, özel kalem yapılmış, büyükelçi yapılmış. Kıbrıs gibi yere meslekten gelmeyen büyükelçi atanmış. 6 ay sonra buradan söyledim pis kokular geliyor ne oluyor diye görevden aldılar. Niye aldınız kardeşim söyleyin cevap yok. Bakın. Bir hesap hareketleri var. Gemiler var. Onunla ilgili kimler kimler var.
Hakan Fidan’ın Binali Yıldırım’ın isimleri geçiyor. Ben geçen hafta da aynı özeni söyledim. Çocuklarının ismi geçiyor ama biz bir kişi düzgünce soruşturulup yargılanıp ceza alıp kesinleşmeden ne kişiye bir şey deriz ne ailesine bir şey deriz.. Buradan sayın Hasan Doğan. Bazı konuşmaların bazı kısımlarını Erdoğan'a söylesin.
Bir yandan 45 kaset. 40'ı var 5'i kayıp. Bunu ilk söyleyen Sedat Peker söylediği Süleyman Soylu. O günden sonra bakanlıktan alındı ama bir kenarda tutuluyor. Şimdi o birileri Soylu var da Hakan Bey yok mu Erdoğan'ın oğlunu Özür Özel niye konuşmuyor diye bize alttan bilgi akıtanlar var ya sayın Erdoğan senin aileni karıştırmaya çalışanları uzakta arama. Bu içinde cümlesinde kullandığım cümlelerde ara. Çok Soylu bir davranış var çok Soylu
Kendini kurtaracak ya izlesin bunu Erdoğan. "O kasetler bizde de var içinde tek ben mi varım Özel'e söyleyin birazcık da soyadı Erdoğan onları konuşsun.' Ey Süleyman Soylu ben nerede ne konuşacağımı senden öğrenecek olsam senden beter olurum
BAHÇELİ'YE YANIT
Bahçeli 23 Nisan mesajı yayımlamış. Dün ayakta videosunu gördük. Bu kürsüde söylemiştik, sayın Bahçeli ayağa kalkana kadar bir şey söylemeyeceğiz. Kültürümüzde yok hastayla uğraşmak. Bugün yazmış da yazmış, CHP diyor Özgür Özel diyor. Savaş ilan ediyoruz diyor, savaş ilan ederim demedim, yapılanı savaş ilanı kabul ederim dedim. Gazi'nin partisi savaş ilan etmez, ne Trump'tan ne bir başka süper güçten... Benim savaşım niye seninle olsun?"