Süpürücüler

George Orwell, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört romanında kahramanın, hayali bir zamanda, muhtemelen 1984’te, totaliter dünyada yaşadıkları üzerine odaklanır. Okyanusya adı verilen ülkede yaşayanların her hareketi kontrol altındadır. Bunun için gözetim, propaganda ve sansür gibi araçlar kullanılır. Tele-ekranlı, büyük biraderli distopik dünyada, vatandaşların kontrol için polis önemli bir rol oynar: “Uzaktaki bir helikopter çatıların arasına alçalarak, bir an için at sineği gibi havada asılı kaldı., sonra bir yay çizerek uzaklaştı. Evlerin pencerelerinden içerisini gözleyen polis devriye aracıydı bu. Gelgelelim devriye polisleri önemli değildi; önemli olan Düşünce Polisi’ydi.” Polis devletinin kurgusal anlatımı, romanıdır bir bakıma Bin Dokuz Yüz Seksen Dört.

Az gelişmiş ya da geri bıraktırılmış toplum sistemlerinin neredeyse hepsi otoriterdir. Yürütme gücü kimin elindeyse, onun ya da onların dediği olur. Yasalardaki boşluklarla ister seçimle ister seçimi dizayn ederek iktidara gelinsin, yargının aleyhine işleyecek bir ortam oluşur. Bu ortamda yürütme, emrindeki kolluk ve güvenlik güçlerini istediği gibi kullanmaya başlarsa hem demokrasiden uzaklaşılır, hem demokrasi kisvesi altında polis devleti oluşur. Aristo’nun kullandığı şehir devleti anlamında asla değildir.

Polis devleti yürütmenin demokrasiden, haktan hukuktan bahsetmesini engellemez. Çağdaş evrensel hukuk kurallarına uyulmayınca yargıyı oluşturan savcı, yargıç gibi görevlilerin özgürce karar vermesi mümkün olmaz. Yargı güvencesi olmayınca, bu rejim polis devleti adını alır. Hukuksuzluk ve partizanlık boy gösterir. Mesela, Polis Devleti kitabında Brian Chapman, polis devletinin hukuk devletinin zıttı olduğunu belirtir.

Polis devletinde ayrıca, yöneticinin egemenlik hakkının kaynağı doğrudan yöneticinin ya da iktidarın liderinin kendisine dayanır. Fransa Kralı XIV. Louis’in “devlet benim” sözü, polis devletini tarif eder. Bu düşünce yöneticilerin kendilerini sadece tanrı ve vicdanlarına bırakır. Zaten sorumlu oldukları tanrıdır ya da kendisidir. Mesela İlhan Özay’ın Günışığında Yönetim kitabında göre, IV. Murat, kadehi eline aldığında içki yasağı kalkar, bıraktığında başlar.

Polis devleti denildiğinde ilk görüşte hukuki bir sistemin işlediği görülür. Uygulanmış olan, uygulanacakların garantisidir sanki. Bu “garanti”, hak arama yollarını engebelerle doldurmuştur çoktan. Düzenin kendi koyduğu kurallara uymayanlara verilecek cezalar bellidir.
Aşırı bir düzen, aşırı kurallar ve abartılı cezalar söz konusudur. Bazen alternatif seslere izin verildiği sanılır. Oysa amaç, alternatif sesleri tespit edip, cezalandırmak ve teşhir etmektir. Cezalandırma, yazılı olmayan yasaların daha doğru bir deyimle uygulamaların, yazılı kurallara, yasalara uydurulmasıdır.

Burada bir parantez açmakta yarar var. Polisin görevi, acaba halkı polise karşı korumak da olabilir mi? Emniyet müdürlerinin bir süre sonra bir başka devlet görevine yükselmesi şart mıdır? Hukuk devletinin gereklerinin, insan haklarının ve ifade özgürlüğünün ön plana çıkarılması çok mu zordur? Oluşturulmuş düşman yeterli olmazsa yenisini bulmak mı gerekir? Geri bıraktırılmış ülkelerde iktidarların, hayat bulduğu vahşi kapitalizm sürerken, toplumun geniş kitlelerinin taleplerini yerine getireceğine inanmak yoksa saf dillik mi olur?

Tekrar Chapman’a dönersek, siyasi otorite ya da totaliter rejim, kişileri aşağılaması, ifade özgürlüğünü kısıtlaması gibi sindirme operasyonları nedeniyle toplumda tehdit oluşturmayı sürdürür. Bu tehdidin hayata geçirilmesinden sorumlu tutulanlar da polis olmaktadır. Böylece polis de artık polisin hedefidir. Kolluk kuvvetlerinin otoriteye zaman zaman karşı çıkması beklenen bir durumdur. Türkiye’de POL-DER ve POL-BİR örnekleri dikkat çeker. İktidar, 1975 yılında kurulan sol tandanslı POL-DER’e, 1978 yılında sağ tandanslı POL-BİR ile cevap verir.

Elbette polis devleti kavramını bir üniforma ile sınırlamak mümkün değildir. Bu bir düşünce yapısıdır. Yukarıda belirtildiği gibi ifade özgürlüğünün engellenmesi, polis devletinin yapısı içinde yer alır. Haberleşmeyi yavaşlatmak, yolları kapatmak, suçu cezadan azade tutmak gibi uygulamalar da polis devletinin tezahürüdür.

12 Eylül darbesinden sonra polis teşkilatının ve personelinin oluşturulmasında muhafazakâr ve milliyetçi özellikler ön plana çıkar. Bu düşünce yapısı, sadece polisleri değil aslında devletin tüm kurumlarını da etkileyecektir. Politize olacaklardır. Yöneticiler, devletlerini koruyacak personel için hiçbir fedakârlıktan kaçınmaz. Uygulayıcılar, çoğunlukla robocop türü kıyafetlerle boy gösterir. Amirlerinden gelen talimat genelde haklarını arayanlar için kullandıkları “süpürün” emridir. Emir; kalkanla, gazla, plastik mermiyle, sert plastik-ahşap copla yerine getirilir. Kalkanın karşısında duranın haklı, genç ya da yaşlı olması sonucu değiştirmez, “süpürülür.” Zira süpürücüler milliyetçi, dinî eğitim ve sloganlarla ideolojik olarak beslenirler. Sola ya da genel tanımıyla muhaliflere müsamaha gösterilmez. Sloganlar bile rahatsız edicidir. Yasa dışıdır. Atılmaması yönünde kalabalıklar uyarılır. Sloganlar yerini bekleme ya da oturma türü eylemlere terk ettiğinde kalabalık süpürülecektir. Öyle ki bu emir, polis jargonunu, anonslarında gazetecilerin bile jargonu haline getirebilir.

Not: Alo basın özgürlüğü.