WEF'in (Dünya Ekonomik Forumu) 2025 raporunda iktisadî, çevresel, jeopolitik, toplumsal ve teknolojik riskler ve uzun dönemde bu riskleri etkileyebilecek trendler saptanmıştı. Raporda gerçekleşmesi beklenen on olası risk etkilerine göre sıralanmıştı.
2 ve 10 yıl için öngörülen başlıca riskler şu şekilde çıktı:
- 2 Yıllık dönemde
Yanlış bilgilendirme (misinformation) ve yanıltıcı bilgilendirme (disinformation) / Aşırı hava olayları / Devlet temelli silahlı çatışma / Toplumsal kutuplaşma / Siber casusluk ve savaş / Kirlilik / Eşitsizlik / İstençdışı göç ve yer değiştirme / Jeoekonomik cepheleşme / İnsan haklarında ve medeni özgürlüklerde aşınma
- 10 Yıllık dönemde
Aşırı hava olayları / Biyoçeşitlilik yitimi ve ekodizgenin çökmesi / Yeryüzü ekodizgelerinde önemli değişimler / Doğal kaynak bunalımı / Yanlış bilgilendirme (misinformation) ve yanıltıcı bilgilendirme (disinformation) / Yapay zekâ teknolojilerinin çıktılarında ters etkiler / Eşitsizlik / Toplumsal kutuplaşma / Siber casusluk ve savaş / Kirlilik
On yıllık dönem için 5’i çevresel riskler ve ilk dördü de yine çevresel riskler! Herhalde afetlerin ne denli sıcak gündem olduğu açıkça ortada!
İngiltere’de iklim krizinin ulusal güvenliği tehdit ettiği bile saptanmış. (Ekonomi, 10.10.2025)
Doğal afet doğal mı?
Afetleri doğal afetler olarak anlamak çok yaygın bir tutumdur. Bunu tartışalım. Doğal afetleri, tanrı işi olarak (doğaüstü güçlerle) veya doğa işi olarak (doğal güçlerle) ya da insan ve toplum işi olarak açıklamak olanaklıdır. Tanımsal yaklaşımı bir yana koyalım. Doğal afetlerin gerçekte doğal olmadığını, doğal afetlere bağlı yitimlerin bütünüyle Doğa Ana’ya atfedilemeyecek kadar yüksek olması nedeniyle rahatça ifade edebiliriz. O halde üçüncü açıklama biçimi ön plana çıkmaktadır.
Birleşmiş Milletler (UNESCO) tarafından 13 Ekim Uluslararası Afet Risk Azaltım Günü olarak kabul edilmiştir. 2018 yılı 13 Ekim’inde ana tema afetlerin küresel gayri safi milli hasılaya olumsuz ekonomik etkilerinin azaltılmasıydı. 2019 yılı ana teması da ‘Afetin kritik altyapılara verdiği hasarın ve temel hizmetlerin (sağlık ve eğitim tesislerinin hizmetleri, su tedariki, enerji, telekomünikasyon ve ulaşım hizmetleri vb.) kesilmesinin önlenmesi’ olarak belirlenmiş. Bu yılki ana tema Birleşmiş Milletler tarafından ortaya konulan ‘Sendai Yedi Hedef’ kampanyasının bir parçası olarak devam ediyor. Hedef 2030’de bu etkinin sıfırlanması!
2016’da ortaya konulan yedi yıl yedi hedef (a-g) kampanyasında yıllara göre hedefler şöyle belirlenmişti:
2016: Ölümleri azaltmak / 2017: Etkilenen insanların sayısını azaltmak / 2018: Küresel toplam (Gayri Safi Yurt İçi Hasıla) GSYH’ya olumsuz etkisini azaltmak / 2019: Afetin kritik altyapılara verdiği hasarın ve temel hizmetlerin (sağlık ve eğitim tesislerinin hizmetleri, su tedariki, enerji, telekomünikasyon ve ulaşım hizmetleri vb.) kesilmesinin önlenmesi / 2020: Ulusal ve yerel afet risk azaltım stratejisi olan ülkelerin sayısını arttırmak / 2021: Bu Sendai Yedi Çerçevesine ilişkin olarak gelişmekte olan ülkelere destek işbirliğini geliştirmek / 2022: Çok yönlü hasar erken uyarı ve enformasyon sistemlerinin kurulması ve işletimini arttırmak
Bu 7 yılı geride bıraktık. Dünyanın ne denli başarılı ol(ama)dığı ortada!

Biraz bu afetlerin etkilerinin türlerine bakalım.
Doğal afetlerin ekonomik etkileri
Bu etkilerin yapısal özellikleri, depremin büyüklüğüne (depremin kaynağında ortaya çıkan enerjinin ölçüsü) ve şiddetine (depremin yeryüzeyindeki yapılar ve insanlar üzerindeki etkilerinin ölçüsü) göre farklılaşabilecektir. Birleşmiş Milletler’in afetlerle ilgili örgütü UNDRO bu etkileri doğrudan, dolaylı ve ikincil etkiler olarak sınıflamaktadır. Şöyle ki;
a) Doğrudan etkiler :Bunlar afetin devletin kamusal malları, iş dünyası ve nüfus üzerindeki doğrudan etkileridir. Genelde insan nüfusunun yaşam niteliği ve sayısı üzerindeki etkiler ile fiziksel stok, hayvan ve bitki stokunun niteliği ve niceliği üzerindeki hasar ve yıkım gibi kayıplardır. Özelde ise toplumsal ve ekonomik altyapıda ortaya çıkan hasarlar ile sermaye stoğundaki kayıplardır.
Doğrudan ekonomik kayıplar şu başlıklarda toparlanabilmektedir:
Yapıların yeniden yapılmasının veya onarılmasının maliyetleri, yapıların içindeki özel malların zararı, yapıların içindeki ticari mallara gelen zarar, yapıların onarılması için gereken zamanda eğitim, hizmet ve ticaretin aksaması, gerektiğinde konut ve işyerlerinin taşınma maliyeti, gelir kaybı, kira kaybı.
b) Dolaylı etkiler: Bunlar doğrudan etkilerin türevleri olarak tanımlanmaktadır. Üretimdeki düşüşe ve hizmetlerin karşılanmasındaki aksamalara bağlı olarak ortaya çıkan etkilerdir. Bu etkiler fiziksel yapılar ve insanlar arasındaki ilişkilere tesir eder. Üretim ve hizmetlerin (su, iletişim ve ulaşım vb.) kesilmesiyle gelir kayıpları ve fiyat artışları ortaya çıkar. Bu etkiler birkaç yıla dek uzayabilmektedirler. Bunlar şu başlıklarda toparlanabilmektedir:
Doğrudan halkın gönenci ve gereksinimleriyle ilgili olanlar: Hane halkının yaşam koşullarının bozulması (evsizlik, gereksinimlerin karşılanamaması, göç ve taşınma ve geçimliklerin yitirilmesi) / Halkın sağlık ve beslenme durumlarının bozulması (çevresel bozulma, hijyen sorunları, afetlerin artması, yiyecek kıtlığı)
Bütün bir toplumsal dizgeyle ilgili olanlar: Ekonomik faaliyetlerin bozulması (ara ve nihai piyasaların, politikaların ve bekleyişlerin olumsuz etkilenmesi) / Kamusal faaliyetlerin bozulması (aşırı yüklenme, aksamalar, siyasallaşma ve yandaşçılık)
c) İkincil etkiler: Afetten bir süre sonra ortaya çıkan afetin ülke ekonomisine etkileridir. Bu etkiler makroekonomik etkiler olarak nitelenebilirler. Ekonomik büyüme düşüşü, enflasyon artışı, ödemeler dengesi sorunları, kamu harcamalarında artışlar, bütçe açığının büyümesi, parasal rezervlerde azalma, borç dengesinin bozulması, ülke rezervlerinin azalması gibi örnekler verilebilir.
Doğrudan ve dolaylı etkileri olay tahribatı, ikincil etkileri ise sonuç tahribatı olarak adlandırmak da olanaklıdır.
TÜRKİYE’YE AİT ÇALIŞMALAR
Bu konuda Türkiye’ye ait kimi çalışmalar mevcuttur.
Türkiye Afet Bilgi Bankası’na (TABB) göre sel felaketleri 1960-2014 döneminde en sık yaşanan altıncı felaket, yaşanan ölümlere bakıldığında en yıkıcı üçüncü afet tipi. 50 yılda 1076 sel felaketi gerçekleşmiş, maliyeti de 800 milyon dolar! Dünyanın en kapsamlı afet veri tabanı EM-DAT’ın verilerine göre, Türkiye’de sadece büyük sel felaketlerinin yıllık ortalama ekonomik etkisi 300 milyon dolar imiş, küçükler de cabası! Kastamonu İnebolu’da yaşanan sel felaketlerinin etkilerini anımsarsak, 2021’de 290 milyon dolar, 2022’de 4,2 milyar dolar olarak açıklanmıştı.
Ülkemizde kuraklık üçüncü yılına giriyor ve bu da gıda fiyatları üzerinden sabit ve dar gelirli köylü, emekçi ve emeklileri çok şiddetli vuracak! Kader mi? Cem Karaca ne diyor şarkıda: ‘….Yoksulluk kader olamaz..’ (bkz. https://www.yandex.com.tr/video/preview/15996817749392943070)
Xsights şirketinin yaptığı araştırmaya göre, katılımcıların en fazla korktuğu doğal afet % 63 oranı ile deprem imiş. Ya bilişsel süreç? Bir tatbikata katılanların oranı % 39, en yakın acil toplanma alanını bilenlerin oranı da % 5 imiş. Katılımcıların % 43’ü olası bir depremde evlerinin zarar göreceğine inanmasına karşın, % 55’inin herhangi bir deprem hazırlığı yokmuş.
Depremin ekonomik etkileri konusunda Faruk Selçuk ve Erinç Yeldan Türkiye’de Ağustos 1999 depremi sonrası için bir çalışma yapmışlar. Bu çalışmaya göre, herhangi bir politika uygulanmadığında GSYH’da % 1,3, toplam tüketim harcamaları % 1,4, toplam yatırım harcamaları % 0,8 azalacağı kestirilmiş. Dış açığın ise % 4,4 artacağı ve bu açığın özel sektör dış borçlanması ile kapatılacağı öngörülmüş. Bunun da özel kesim dış borçlanmasını % 3,3 arttıracağı öngörülmüş.
Enver Alper Güvel’in de benzer bir çalışması mevcut olup, İMKB yayını olarak kitaplaştırılmıştır.
1999 depreminden sonra depremin yol açtığı ekonomik kayıpları giderme amacıyla geçici olarak ek gelir vergisi, ek kurumlar vergisi, ek emlak vergisi, cep telefonu hizmetlerinden kesilmek üzere özel iletişim vergisi (ÖİV) ve özel işlem vergisi konulmuştu. ÖİV 1 yıllığına ve % 25 oranla geçici olarak konulmuştu. AKP hükümeti bunu kalıcı kılmıştı. ÖİV olarak 20 yılda toplam 66 milyar TL. (yaklaşık 36 milyar dolar) toplanmıştı. Peki bu paralara ne olmuştu? Maliye Bakanı Mr. Mehmet Şimşek sağlık, eğitim ve duble yollara harcandığını söylemişti 2011’de. ÖİV’nin kaldırılacağı söylenmişse de (Mr. M. Şimşek,2014) 2018’de yükseltilmişti. 2025 yılında yüzde 49.93 zamlanarak 570 TL. oluverdi. Kader! ÖİV’nin gerekçelerinden biri olan GSM alt yapısının güçlendirilmesi mevzuunu son depremde sınadık, ardından kınadık! Uzun sözün kısası toplanan paralar pay (fay değil!) hatlarında deve olmuş.
Doğal Afet Sigortaları Kurumu DASK’ın istatistiklerine göre sigortalıların oranı Türkiye’de sadece yüzde 56 düzeyinde imiş!
DASK’ın 2025 başında şöyle bir açıklaması olmuştu: ‘Ülkemizin iklim değişikliğiyle artan afet risklerine karşı daha kapsayıcı bir teminat yapısı ile yanıt verebilmek amacıyla Zorunlu Afet Sigortası (ZAS) sisteminin hayata geçirilmesi hedeflenmektedir. 2025 yılı itibarıyla yürürlüğüne girmesi öngörülen bu sistemle birlikte; deprem teminatına ek olarak yanardağ püskürmesi, sel veya taşkın niteliğinde su baskını, heyelan, dolu, fırtına, çığ ve orman yangını gibi diğer doğal afetler de güvence altına alınacaktır. Böylece, tüm doğal afet riskleri tek bir poliçe kapsamında sigortalılara sunulacaktır’. Yani Zorunlu Deprem Sigortası (ZDS) Zorunlu Afet Sigortası (ZAS) haline gelecekti. Olmadı!
Kentsel dönüşüm Eylem Planı kapsamında 100 bini İstanbul’da olmak üzere her yıl 300 bin konutun dönüştürülmesi hedeflenmişti. Böylece 5 yılda 1,5 milyon riskli bina elden geçmiş olacaktı! Büyüklere masallar dinledik. (Ayrıntılı bilgi için bkz. https://bianet.org/haber/yeni-rapor-toki-urettigi-konutun-9-kati-toki-magduru-uretti-291854; ayrıca https://bilimvegelecek.com.tr/2014/02/01/23223/).
Toplanma alanlarına AVM yapmaya devam anladın mı! İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu olunca şöyle bir açıklama yapmıştı: ‘470 toplanma alanından 77 tane kalmıştır koca İstanbul’da’!
Riskli binaların dönüştürülme sürecinin bir rant kapısına dönüştüğü artık ortada olan bir gerçek. Hatta İstanbul İnşaatçılar Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Nazmi Durbakayım bile bu sakıncaya işaret etmişti. Hatta bu konuda kitaplar bile yazıldı: bkz. https://www.kitapyurdu.com/kitap/kentsel-donusumden-kentsel-ranta/621676.html?srsltid=AfmBOoqIic6CaKsWAdVXll7A_J0dEXspAeG98mYqucoWUwmPlRO4umB8.
HÜKÜMETİN ORTA VADELİ PROGRAM (OVP) 2026-2028
Geçtiğimiz günlerde yayınlanan OVP (Oksijen-Vanadyum-Fosfor) belgesinde Afetlerle ilgili bölüm aşağıya alınmıştır. ZAS gelecekmiş, harika! Afetlerdeki toplanma alanları yerel yönetimlerle bağlantılar kurulup organize edilecekmiş, harika! Yahu ne risk yönetimi var ne ciddi bir önlem! Ne yapim abime ortaya karışık güzel bişi yani! Onu sigorta şirketlerine havale ediyor program, özelleştiriyor onu da! ‘Hadi bakalım kolay gelsin, bir acaip zor yarış, bana ne aman ben anlamam, pek hesaplı ince iş’

ULUSLARARASI AFET AZALTIM GÜNÜ 2025 ANA TEMASI
Bu yılki ana tema şöyle belirlendi: ‘Afetlere Değil, Dayanıklılığa (Dirençliliğe) Fon Sağlayın’
Bu yılki basın açıklamasından bir alıntı yapalım: ‘Afetlerin artan maliyeti, iklim değişikliğinin artan etkisini ve yetersiz kalkınma yeğleyimlerini yansıtmaktadır. Küresel bağlamda ülkeler, aşırı hava koşulları ve risk körü planlamanın etkisiyle giderek daha şiddetli doğal olgularla karşı karşıya kalıyor.
Doğrudan afet maliyetleri yıllık yaklaşık 202 milyar ABD dolarına ulaşırken, daha geniş kapsamlı ekonomik etkinin 2,3 trilyon ABD doları olduğu kestirimleniyor. En çok etkilenenler gelişmekte olan ülkeler olurken, daha zengin ülkeler yüksek akçal yitimlerle karşı karşıya kalıyor.
Buna rağmen, afet riskinin azaltılmasına (ARA) yapılan yatırımlar asgari düzeyde kalıyor. Kamu bütçelerinin %1'inden azı ARA'ya ayrılıyor ve 2019-2023 yılları arasında Resmi Kalkınma Yardımı projelerinin yalnızca %2'sinde ARA hedefleri yer alıyor. Hazırlık için insansal yardım fonları da azalıyor.
Önemli bir sorun, hem kamu hem de özel sektör ekonomik stratejilerinin genellikle afet risklerini göz ardı etmesidir. Yatırımların %75'ini kontrol eden özel sektör, iklim tehditlerini, artan kırılganlığı ve olası yitimleri çoğunlukla göz ardı ediyor.
Bununla başa çıkmak için ulusal stratejilerde ARA ve iklim uyumu bütünleşikleştirilmelidir. Hükümetler, dayanıklı (dirençli) yatırımları teşvik etmek için özel sektörü düzenlemeler, risk verileri ve teşviklerle güçlendirmelidir.
2025 Uluslararası Afet Riskini Azaltma Günü’nde iki eylem çağrısında bulunulmaktadır: 1) kamu ve uluslararası bütçelerde afet riskinden korunma için ayrılan fonu artırmak ve 2) tüm kalkınma ve özel yatırımların risk odaklı ve dayanıklı (dirençli) olmasını sağlamak.
Doğru söze ne denir? Evet ama yetmez! Maalesef ARA için kapitalist ekonomik dizge bağlamında yeterli ve etkin savaşım olanaksızdır. İşte kentsel dönüşümün kent rantı sağlama mekanizmasına dönüşmesi gibi! Kamucu / halkçı bir merkezi hükümet-yerel yönetim ikilisi ve hane halkı işbirliğine dayalı yaklaşım ile bu konuda geliştirilmiş Sendai Yedi Hedef projesi bağlamında ‘Risk Yönetimi’ perspektifiyle Uluslararası Standartlar Örgütü’nün ISO 31000 (Risk), ISO 22301 (Süreklilik), ISO 22316 (Dayanıklılık) standartlarına uygun olarak ARA yaşama geçirilmelidir.

SONSÖZ:
Kuşkusuz risk yönetimi bağlamında ekonomik etkilere karşı önlem almak ve bu amaçla stratejiler geliştirmek olanaklıdır. Yukarıda sayılan yanlışlardan dönmekle başlayacak herşey!
Ayrıca finansal piyasalarda da bu konuyla ilgili çok sayıda enstrüman (afet sigorta poliçesinden katastrofik borsa araçlarına dek) mevcuttur.
Yeter ki, önetkin (proaktif) bir risk yönetim stiliyle Medüz sendromundan (gereksiz etkisiz harcamaların yapılması) ve Kassandra sendromundan (aslı işlerden kaçınılması) kurtulalım!
Not: Meraklısı ‘Deprem ve ekonomi’ başlıklı yazıma da göz atabilir. Bkz. https://usam.arel.edu.tr/wp-content/uploads/2023/10/8.-sayi-S.5.pdf