DOĞA KARŞISINDA YENİ BİR TEHDİT: "YATIRIM GÖRÜNÜMLÜ YASALAR"
Meclis komisyonundan geçen ve Genel Kurul gündemine taşınan 20 Haziran 2025’ tarihli torba yasa teklifi, yalnızca bir düzenleme değil; doğa ile toplum arasındaki tarihsel dengeyi sarsacak bir paradigma değişikliğini işaret ediyor. “Süper İzin” başlığıyla anılan bu düzenleme, enerji ve madencilik yatırımlarını hızlandırma gerekçesiyle zeytinliklerden ormanlara, sulak alanlardan koruma bölgelerine dek birçok doğal varlığı sermayeye devretmenin hukuki altyapısını kuruyor. Görünürde “yatırım ortamını iyileştirme” vaadiyle gelen yasa, gerçekte kamu yararının altını oyuyor.
ZEYTİNLİKLER: TARIMSAL ALAN DEĞİL, TOPLUMSAL HAFIZA
Teknik raporlarda “ağaç taşıma” gibi steril ifadelerle sunulan değişiklik, aslında bir yaşam biçiminin, bir kuşağın diğerine aktardığı ekolojik ve kültürel mirasın yerinden edilmesidir. Zeytin, yalnızca ürün veren bir ağaç değil; emeğin, direncin ve sürekliliğin simgesidir.
Bugün Türkiye genelinde yaklaşık 860 bin hektar zeytinlik bulunuyor. Bu alanlar, tarım arazilerinin sadece %3’ünü kaplasa da, zeytinyağı üretiminde dünya dördüncülüğü gibi güçlü bir ekonomik ve kültürel etki yaratıyor. Zeytin yalnızca toprakta değil; dilde, anıda, gelenekte de yeşeriyor. Taşınabilse bile, taşıdığı belleği söküp alamazsınız.
DEMOKRASİ ÇEVRESİZLEŞTİRİLİYOR MU?
Yasa teklifinin komisyon görüşmeleri sırasında çevre hukukçularının, mühendislerin ve yaşam savunucularının salona alınmaması, bazılarına yönelik fiziksel müdahalelerde bulunulması; yalnızca bir yasa tartışmasının değil, katılım hakkının da ihlal edildiğini gösteriyor. Demokrasi, yalnızca sandıkla değil, karar alma süreçlerine toplumun dahil edilmesiyle mümkündür. Ve bu süreçler giderek çevresizleştiriliyor.
YETKİ DEVRİNDEN DENETİMSİZLİĞE: KAMU GÖZETİMİ ASKIYA ALINIYOR
Yasa ile MAPEG (Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü) gibi kurumlara genişletilmiş yetkiler tanınırken, Tarım ve Orman Bakanlığı gibi denetleyici mekanizmalar etkisizleştiriliyor. Özellikle “dördüncü grup madenler” yani altın, bakır, çinko gibi metalik madenler için yerel yönetimlerin ve halkın itiraz yolları büyük ölçüde kapatılıyor.
2024 yılı itibarıyla ülkede verilmiş 18 binden fazla maden ruhsatı bulunuyor. Bu ruhsatların önemli bir kısmı tarım, orman ve mera alanlarıyla çakışıyor. Zeytinliklerin en yoğun olduğu Ege ve Güney Marmara bölgeleri, aynı zamanda maden baskısının da en yüksek olduğu yerler.
EKOSİSTEMDE DOMİNO ETKİSİ: GERİ DÖNÜŞÜ OLMAYAN HASARLAR
TEMA, WWF ve Doğa Derneği gibi çevre örgütleri, zeytinliklerin ötesinde sulak alanlar, yaban hayatı sahaları ve orman ekosistemlerinin de bu yasa ile tehdit altına girdiğine dikkat çekiyor. “Rehabilitasyon” adı altında sunulan çözümler, genellikle hasarın büyüklüğünü telafi etmekten uzak kalıyor.
Doğa, sanıldığı gibi basit bir matematikle değil; iç içe geçmiş bir denge sistemiyle işler. Bu sistemde bir müdahale, yalnızca o alanı değil, zincirleme biçimde tüm yapıyı etkiler.
PEKİ DİĞER AKDENİZ ÜLKELERİ NE YAPIYOR?
İspanya, İtalya ve Yunanistan gibi Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler, zeytinlikleri yalnızca tarımsal alan olarak değil, kültürel miras ve doğal varlık olarak tanımlıyor.
İspanya’da zeytinliklerde madencilik ancak kapsamlı koruma planları ve halkın onayı ile mümkündür. Yunanistan ise 2002’de yürürlüğe koyduğu yasayla, zeytinliklerin yok edilmesini ağır yaptırımlara bağlamış, taşınmasını ise yalnızca bilimsel heyet onayıyla sınırlamıştır.
Türkiye’de önerilen yasa, bu karşılaştırmada hem çevre hukukunda hem de demokratik katılımda geri bir adımı temsil ediyor.
SOKAĞIN NABZI: SESSİZLİĞE KARŞI BİR DİRENİŞ
Milas, İkizköy, Akbelen… Bu yerleşimlerden Meclis’e taşınan ses, yalnızca doğanın sesi değil. Aynı zamanda köylülüğün, üreticinin, kadınların ve çocukların sesi.
“Biz bu topraklarda doğduk, burada yaşadık, burada üretmek istiyoruz” diyen yurttaşlar, şehirli ya da taşralı olmanın ötesinde; anayasal yaşam hakkının sözcüsü oluyor.
Direnişleri yalnızca politik değil; aynı zamanda ahlaki ve tarihsel bir çığlığa dönüşüyor.
BU YASA VİCDANLARDAN GEÇECEK Mİ?
Yasa henüz Genel Kurul’dan geçmedi. Sorulması gereken soru basittir: Bir enerji politikası, hangi değerler pahasına meşru olur?
Zeytin bir ürün değildir yalnızca; bir bellektir. Onu kökünden sökebilirsin, ama onu dikenin ve toplumun hafızasından ve vicdanından silemezsin. Çünkü toplumlar, yalnızca kaynaklarıyla değil; hatırlama biçimleriyle yaşar.
“Bağ babadan, zeytin dededen kalmalı” sözü de bunu anlatır.