Merdan Yanardağ hakkında bir linç kampanyası ve Tele-1 hakkında da kapatma tehdidine varan bir tezvirat var.

Her zamanki gibi iktidar mahfilleri hiçbir fırsatı kaçırmıyor. En ufak bir boşluk, bir sözcük, her türlü tartışmalı meseleyi muhaliflerini birbirine düşürmek, muhalefet üzerinde baskı kurmak ve karşı mahalleyi karıştırmak için fırsata çeviriyor. Üzülerek söylüyorum, çok da başarılı oluyor.

Muhaliflerin hâlâ fark etmediği, anlamadığı ve anlamakta zorlandığı bir şey var: Sosyal medya gerçek değildir. Çok azı gerçek, adı sanı belli insanlarca kullanılır. AKP yetkilileri defalarca 200 bin kişilik bir troll ordusuna sahip olduklarını ve sosyal medyada “sanal bir savaş” yaptıklarını açıkça dile getirmişlerdir. Bu gizli saklı bir şey değildir. Yine muhaliflerin kolay fark edemediği bir başka şey de muhalif görünümlü hesaplardır. Bunun onlarcası ifşa olduğu hâlde, muhalifmiş gibi görünüp bu troll ordusunca yönlendirilen bazı site ve sosyal medya hesaplarının ciddiye alınması hâlâ önemli bir sorun. Post-truth (hakikat ötesi) dünyada gerçekler ve kurgular iç içe geçmiştir.

Gelelim Merdan Yanardağ’ın sözlerine.

“Aleviler mert ve doğru insanlardır. Ama her toplumda olduğu gibi Aleviler içinden de hain çıkabilir.” Ben canlı dinlediğim için kısaca böyle hatırlıyorum.

Bu sözler iki yönden eleştiriliyor gördüğüm kadarıyla:

Yanardağ Alevilere “hain” dedi.

Yanardağ burada Kılıçdaroğlu’nu kastederek haddini aştı.

Birincisi, bu cümleden Alevilere hakaret göremiyorum. Aleviler bu ülkenin veya dünyanın günahsızları değil. Genel olarak mert, dürüst ve en önemlisi de mazlum olduklarını söyleyebiliriz ama hepsine dürüst demek yalan söylemek olur.

Bir kere “Hızır Paşa” kültü Alevi kültüründe yaratılmış ve “ihanet”in sembolü değil midir? Hızır Paşa denilen kişi, Pir Sultan’ın himayesindeyken İstanbul’a gidip sonra vali olup, bir zamanlar piri olan Pir Sultan’ı asmamış mıdır?

Bu hikâye Anadolu Aleviliğinin en önemli söylencelerinden biri değil midir?

Dersim tertelesinde Alevileri kolluk gücüne ihbar edenler yine aynı toplumun üyeleri değil midir?

Alevi inancında “düşkünlük” diye bir kurum yok mudur? Bu kurum boşuna mı icat olmuştur?

Ben şahsen “hain” ve “ihanet” kelimesini bonkörce kullanma taraftarı değilim. Kimseyi hainlik ve ihanetle suçlamam. Zaten bu biraz da olaylara nasıl baktığınızla ilgilidir.

Her neyse, birinci eleştirinin yersiz olduğunu söylemek zorundayım. Burada kimse “Aleviler haindir” demiyor. “Aleviler içinde hain çıkmıştır, çıkabilir” deniyor. Tarihsel olarak da örnekleri bol olan bir doğrudur bu. Bunu tartışmaya değer bile görmüyorum.

İkinci eleştiri yönü ise, hain ve ihanet sözcüğünün Kılıçdaroğlu’na yönelik olduğudur.

Ben konuşmadan, Kılıçdaroğlu ve yanındaki bazı kimselere (ki bunların çoğunluğu Alevi) ihanet etmemeyi tavsiye ediyor şeklinde anladım.

Kısacası diyor ki: Bugün iktidar eliyle Türkiye’nin birinci partisi CHP üzerinde çok ciddi bir manipülasyon yapılıyor ve Kılıçdaroğlu’nun merkezinde yer aldığı (veya o konuma getirildiği) bu oyuna bu kişilerin alet olmaması tavsiye ediliyor. Bu, aynı zamanda toplumsal muhalefetin en önemli parçalarından biri olan Aleviler için de tavsiye. Nitekim Kılıçdaroğlu’nun mahkeme kararıyla da olsa parti başına gelmesini bekleyen bir grup insanın çoğunluğu Alevi olarak biliniyor. Hatta Kılıçdaroğlu’na açık destek paylaşımları Alevi vurgusuyla veya Zülfikar gibi bazı sembollerle yapılırken, Merdan Yanardağ böyle bir manipülasyona dikkat çağrısı yapıyor.

Özellikle Kılıçdaroğlu özelinde dönen kısmı irdeleyecek olursak, ortada Kılıçdaroğlu’na yönelik bir hakaret varsa, cevval avukatı Celal Çelik bu konuda bir suç duyurusunda bulunabilir.

Mahkemeler iki muhalifin birbirini yediği davaları sever. Sonuçta vereceği karar ne olursa olsun bir muhalifin aleyhine olacaktır.

Burada ne Alevi toplumuna ne de Alevi kurumlarına düşen bir görev var. Kılıçdaroğlu’nun kişilik hakları veya siyasi konumu üzerine bir vazifeleri olduğunu sanmıyorum.

Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin yargı eliyle dizaynı meselesini sessizce izlediği yalan mı?

Bir partinin büyük kongresinde şaibe varsa, bunun mağduru seçimi kaybeden başkan adayıdır. Bir dava açılmış, kongrenin iptali istenmiş, eski yönetimin gelmesi talep edilmiş ve dava ciddi ciddi devam ediyorsa, Kılıçdaroğlu elbette muhataptır.

Ya burada mağduriyeti kabul edip sonuna kadar yargı yoluyla hakkını savunacaktır ya da mağdur olmadığını açıklayarak davanın sonuçlanmasını isteyecektir.

Şöyle bir pozisyon doğru değildir: “Kongreye şaibe karıştırıldığı söyleniyor. Bekleyip görelim, yargı kararına göre hareket edelim.”

Hiç masum bir davranış değil. Yargı tam bağımsız ve hakkaniyetle karar veriyor tutumuyla adil bir sonuç beklentisi içindeymiş görüntüsü vermek masum değil.

Kılıçdaroğlu bütün bu yargı eliyle dizayn sürecinde sessiz kalmak yerine iki tavır sergileyebilirdi:

“Seçim yapıldı ve ortada bir şaibe yoktur. Ben de mağdur değilim. Bu davanın sonlandırılmasını istiyorum.”

Yahut “Ben mağdurum ve sonuna kadar hakkımı savunacağım.” İkinci tavır bile sessiz kalıp sütre gerisinden olanı biteni izleyip “bunlar benim dahlimle olmuyor, partililer gidip dava açıyor, ben ne yapayım!” hatta “belediye başkanları masumiyetlerini ispat etsinler, kongrede şaibe olmadığı ortaya çıksın” gibi laflarla bir masumiyete işaret etmiyor.

Peki Kılıçdaroğlu neden bu kadar önemli?

Çünkü eski genel başkan. Yürütülen muhalefeti etkisizleştirme sürecinde onun partiye ilişkin tavrı çok önemli.

Bunları söylemek için CHP’li olmak ve hatta CHP seçmeni olmak gerekmez. AKP’nin tam otoriter bir rejim tesis etmek üzere muhalefeti etkisizleştirme operasyonu yaptığını görmek ve buna inanmak yeterli. Sadece demokrasi talebi bile gelmekte olan faşizme karşı bir tavır sergilemek adına önemlidir.

Son bir sözü de “ihanet”e inanmışlara söylemek gerekiyor. Bu gruba göre, Kılıçdaroğlu ihanete uğramıştır. Sayesinde siyasete giren veya öne çıkardığı siyasi figürler Kılıçdaroğlu’nu arkadan hançerlemiş ve ona ihanet etmiştir.

Benim anlamadığım şey şu: Genel başkanlar değişmez mi? O zaman tek adamcılıktan şikâyet niye? Herkes kendi tek adamını belirlesin. Bu tek adam o grubun kırmızı çizgisi olsun. Asla sorgulanmasın, eleştirilmesin. Kendi iyi, etrafı kötü olsun. Dediği dedik, çaldığı düdük olsun. O bırakmadıkça genel başkanlık devam etsin.

Madem öyle, hazır böyle partiler varken neden CHP’nin böyle olması için ısrar?

Sonuca gelirsek, Merdan Yanardağ’ın sözü eleştirilebilir. Ağır bulunabilir. Adil olmadığı söylenebilir.

Alevi kurumları, Bizimkiler dizisinde kapıcı Cafer avanta alıyor diye alınganlık gösteren Apartman Görevlileri Derneği gibi alınganlık gösterip “Alevi ve ihanet” sözcükleri yan yana kullanılamaz diyebilir.

Ama Alevi kurumlarının Kılıçdaroğlu üzerinden açıklama yapması asla doğru olmaz. Ne onun siyasal konumunu ne de kişisel haklarını korumak, bir toplumun haklarını savunan kurumların görevi değildir. Burada ancak Kılıçdaroğlu üzerinden bir nefret söylemi varsa kurumlar devreye girebilir.

Hayat çok enteresan.

Ve anladığım kadarıyla hayatın en birinci kuralı “Düşmanımın düşmanı dostumdur” kuralı.

Bir zamanlar Kılıçdaroğlu’nun Aleviliğini bize davul zurnayla duyuranlar, 13 seçim kaybetmesiyle dalga geçenler, sıkıştıklarında Kürt-Kızılbaş oluşunu ortaya dökenler, gerektiğinde ama montaj ama şu bu şekilde terör örgütüyle iç içe göstermekten zerrece tereddüt etmeyenler, bugün Kılıçdaroğlu Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinde birleşmiş vaziyetteler.

Yandaş kanalların en gözde konukları Kılıçdaroğlu ve onun destekçisi olduğu apaçık “şaibeli kurultay korosu”. Koro şarkılarını yükselttikçe yandaş medyanın da iştahı kabarıyor, otokratik oligarşinin de it-trollerin de.