Dikkatinizi çekmiştir; çekirdek ailelerin büyükanne ve büyükbaba ziyaretleri sıklıkla nostaljik bir pazarlama figürü olarak reklamcıların nicedir payelendikleri bir mecra. Haksız da sayılmazlar. Pek çok duygumuz gibi aileye duyulan bağlılık da genel anestezi altında. Aile özgürleşme için aşılması gereken bir eşiktir elbette; tıpkı Babam ve Oğlum filminde “Yık geç babanı ‘diyen halanın anlatmaya çalıştığı gibi. Hasılı her çocuğun öyküsünde ‘aile romansı’ yaşanmaya mahkumdur. Ki böylece çocuk büyüyebilsin, ayrışabilsin ve kendiliğini oluşturabilsin. Bir nevi yumurtadan çıkıp kabuğunu beğenmeme halidir bu. Artık dünyanın en güçlüsü babası, annesi de en güzeli değildir. Artık başka bir fanteziye yelken açmıştır: “Gerçek anne-babam bunlar olamaz, ben daha özel biri olmalıyım.” Bu müstehzi dilek her birimizin belleğinde mahrem bir sır olarak kalır ve neyse ki silinir gider. Peki ya kalıcı olursa?

“Nevrotik bireylerin aile romansı”

Yukardaki başlığı taşıyan makalede Freud (1909), nevrotik yetişkinlerin bazen çocukluktan kalma bu aile fantezilerini taşıdığını belirtir. Yani sadece çocukluk dönemiyle sınırlı değildir; yetişkin yaşamda da “farklı ebeveyn arzusu”, köken karmaşası, ya da ideal aile özlemi olarak sürebilir. Zira nevrozların kökeninde, çocuğun kendi ailesine dair hayali hikayeler yaratma eğilimi vardır. Çocuk, büyüdükçe anne ve babasının kusurlarını fark eder. Onları artık kusursuz varlıklar olarak göremez. Bu hayal kırıklığıyla birlikte, kendini özel ve değerli hissetme isteği yeniden belirir. Böylece çocuk, kendi doğumuna ilişkin hayali hikayeler kurar; genellikle daha soylu, zengin ya da seçkin bir aileye ait olduğunu düşler. Bu ‘aile romansı’, gerçek anne-babasına olan bağlılığını gevşetir ve kimliğinin gelişmesine zemin hazırlar. Bu arada ufak da bir hatırlatma yapalım, nevroz deyince aklınıza gerçeklik bağlantısı kopmuş, içgörüsü kaybolmuş bir yapı gelmesin. Bilakis gayet normal hayatını sürdürebilen takıntılarını, çatışmalarını kendi içinde tutabilen sizden benden bahseder bu kavram. Yani dengede kaldığımız müddetçe sorun yok diyelim. Peki gelelim ‘dinmeyen aile romansı’ nın semptomlarına.

Köksüzlükle soyluluk arasında bir yerde.

Aile romansı sağlıklı denebilecek dönüşümlerle kara mizah olarak kendi ebeveynliğimizde karşımıza bööö yapacak hortlak gibi kapıya saklanır. O da şanslıysak tabii. Zira tüm bağları nakite çeviren bu düzende anne baba ve ne acıdır çocuk olabilmek için bile bu kapitale ya da krediye ihtiyacınız olabilir. Yeterince ‘kazandıran’ bir aile bileşeni değilsen o kadar da saygıyı hak etmiyor olabilirsin. Mesela falancanın kocası ya da babası daha zengin... Ya da annesi daha zengin bir adamla evlendi. Annesi daha bakımlı daha güzel daha çok izin veriyor… Ya da onun kızı daha zayıf, daha güzel… Onu yurtdışında okumaya göndereceklermiş. Tabii bunlar üst sınıf dertleri.

Bir de alt sınıf dertleri var. Mesela yalnız kalmış bir anne ekmek parası derdinde çalışırken bir gün gazeteyi açıyor ve evladını haber olarak görüyor. Ne ara nasıl oldu diye şaşkın çaresiz gözlerle ekrana bakıyor… Ve suça bulaşan binlerce çocuk. Ve emin olun hepsi değil ama bu çocukların ciddi yüzdesi gerçekten ‘istenmeyen çocuk’. Onları kimse istemiyor. Annesi, babası, ailesi, mahallesi, okulu hatta ülkesi. Bir kere bile olsa artık suçlusun ve bitti. O zaman el büyütmeleri gerekiyor. Yeterince ‘suçlu’ olabilirlerse toplum onlara saygı gösterecek. Yüzlerce başarılı ve suçlu adam örneği var. Yalan mı, şimdi kahraman oldular. Ve böylece bir aile romansları olacak. Bir gün aileleri onlarla gurur duyacak. Çünkü onlar zengin, namuslu ve harbi suçlular olacaklar…

Bu algoritma nereye gider?

Mükemmel anne mükemmel baba ve harika çocuk aldatmacası tam bir instagram postu gibi. Asla gerçek yok. Filtreler mevcut çok şükür. Sevilmeye değecek kadar güzelim ve sevilmeye değecek kadar başarılıyım. Artık aile mahremiyeti sosyal medyada ve görüntülenebildiği kadar gerçek. Karşımıza çıkan anne babaya ve çocuğa gıpta ediyoruz. Gözümüz kayıveriyor. Kıskanıyoruz. Çocuklarımız için de öyle. Onlar da dizilerdeki gibi hayatlar, o şekil anne babalar öyle evler istiyorlar. Anne babanın dediği o kadar da önemli değil. Zaten dedikleri doğru olsa böyle mi olurdu hayatları. Aile romansı aile trajedisine mi döndü günümüzde? Ez cümle bizler dünyaya fırlatılmadık, köklerimizden filizlendik ve sahici ebeveynliğe yaşımız ve koşullarımız kaç olursa olsun ihtiyacımız var. Taşa basma diye seslenen bir anneye, baba ekmek aldın diye soran bir çocuğa, sıkı giyin diyen babaya… Bakın tam da nostaljik reklam gibi olmadı mı…