Her şey çok güzel olacaktı ta ki yılların medya ombudsmanı, gazeteci Faruk Bildirici o yazıyı yazana kadar. Bildirici, Erdoğan’ın ABD ziyaretine eşlik eden medya temsilcilerinin uçakta soracakları soruların liste halinde daha uçak havalanmadan kendisine geldiğini açıklamış, “Hem de soruların altında kimin o soruyu soracağı da yazıyordu… Hatta soruların sıralaması da uyuyordu” demişti. Buna Hasan Cemal, “Gazeteciliğin bugün içine düşürüldüğü duruma isyan edin” diye tepki gösterdi.
Yandaşlıkla suçlanan, eskinin amiral gemisi gazetenin Ankara temsilcisinden sanki fırsat buldukça (18 gezi) katılan genel yayın müdürü (9 gezi), bu tutumu, “mükerrer” soruyu engelleme amacı taşıdığını ileri sürerek savundu.
1996’da iş insanlarına “Bizim listemizde yer almayan gazetecilere güvenmeyin” mealindeki çağrısıyla hatırladığım hatta hiç unutmayacağım Basın Konseyi de “Basın mensuplarının soru sorma görevi kısıtlanamaz” diyerek şu açıklamayı yapmış: “Medya mensuplarının sormak istediği soruların önceden istenmesi, soruların İletişim Başkanlığı tarafından kontrol edilmesi veya sansürlenmesi açıkça basın özgürlüğüne müdahaledir.”
Gazeteci Murat Yetkin ise “Haber verme özgürlüğü kısıtlanan habercilerden açıklama gerekiyor" çağrısını yaptı. Ancak çağrının “haber verme özgürlüğünden” çok “soru sorma özgürlüğünü” “kullanmayanlara” yapılması gerekmez miydi? Çağrı karşılıksız kalır. Zira, savunmacı genel yayın müdürünün itirafına göre, gazeteciler son yıllarda bu durumu bilerek listede yer alıyor. Yani gönüllüler.
Son yıllarda diyorum. Eskiden böyle değilmiş. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2006’daki New York gezisinde de düzenlediği basın toplantılarında gazeteciler soru sorabilir. Londra’dan Ankara’ya dönerken de. 2002’deki Kopenhag Zirvesi’nden dönüşte de AK Parti Genel Başkanı Erdoğan, uçağına isteyen gazetecileri alır ve tek tek konuşur.
Başbakan Tansu Çiller’e Japonya ziyaretine Hürriyet’ten Yavuz Gökmen de katılır. Gökmen’e göre, barlı, viskili, sigaralı, havyarlı VIP hizmetin sunulduğu uçakta, Çiller basın toplantısı yapar. 10 dakika süren toplantıda gazeteciler spontane sorular sorar. Öyle ki bunlardan biri Çiller’in hangi parfümü kullandığı hakkındadır. Ancak, bugünkü ısmarlama soruların temeli de uçakta olmasa da sanki Çiller tarafından 1990’ın ilk yıllarında atılır. Katılan bir gazeteciden okuyalım: “Belli ki Başbakan’ın kendisine sorulmasını istediği sorular var. Bunlar daha öncede bilgisayarda hazırlanmış ve ince bantlar halinde kesilmiş. Basın toplantısını düzenleyen Cen Ajans, tanıdık gazetecilere “’Başbakan’a şu soruları sorar mısın?’ diye dağıtıyor. Bir tane de bana geldi. İşte Başbakan’ın kendisine sorulmasını istediği soru: ‘Terörle mücadelede bir kadın Başbakan olmanın zaafı olabilir mi?’”
Gazeteci Melih Aşık, “Tansu Hanım çanak soruları seviyor. Tansu Hanım, Batı ülkelerinin yetkilileri gibi basın toplantısı yaparak tüm gazetecilerle tüm kamuoyuna aynı anda seslenmeyi sevmiyor. Çünkü basın toplantısında tatsız sorular gelebilir. Tansu Hanım, o yüzden özel konuşmaları yeğliyor. Gazeteciler bu özel ilgiyi çanak sorularla ödüyor” diye yazar.
Başbakan ya da Cumhurbaşkanı gezilerine davetle gidilir. Gazeteci Cüneyt Arcayürek, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın 1967’deki ABD ziyaretine, Hürriyet’in o dönem patronu Haldun Simavi’nin, resmi gezilere katılma yasağına rağmen, Köşk’ün ısrarı sonucu gider: “Tek koşulla: Cebime 1000 dolar koydular. ABD’den istediğim anda Türkiye’ye uçmama olanak sağlayan… bilet verdiler. Haldun Simavi: ‘Geziye katılacaksın ama sana görevinle veya kişiliğine yakışmayan bir hareket yapılacak olursa, nerede olursan ol uçağa atlayıp geleceksin.’”
Prof. Dr. Nurdoğan Rigel, “Kağıt Kaplanlar” kitabında gazetecileri meslek ilkelerini yorumlayışına göre sınıflandırırken, taraflılıklarını şöyle tanımlar: Savunmacı gazetecilik ve kutlamacı gazetecilik. “Savunmacı gazeteciler, bir davanın samimi sözcüsü gibidir. Kendi davaları üzerinde objektif kalınmasını isterken, taraf konumuna düşer. Kutlamacı gazeteciler, mesleğini bir statü sembolüne dönüştürmüştür. Amacı popülerlik sağlamaktır. İktidardaki kişilere yakın olunan bir gazetecilik çeşididir. Sosyal sorumluluk, objektiflik gibi geleneksel gazetecilik değerlerinden söz edilmez. Ancak meslektaşları tarafından eleştirildiklerinde bunu elde ettikleri güç ve paranın kıskanılması olarak yorumlarlar. Siyasilerle, iş insanlarıyla ve pek çoğu haber kaynağı niteliği taşıyan kişilerle sıkı dostluklar kurarlar.”
Rigel, konuya tabii ki bilimsel yaklaşıyor. Ama basın mensuplarının ve okur, dinleyici, seyircinin dilinde, mektepli olsun ya da alaylı, savunmacı ve kutlamacı gazetecilerin başka tanımları var. Üstelik çok ağır. Hafifleri ve bilinenleri: Özköşk, yandaş, candaş, konut yazarlığı, kalemşor, mürettebat, mutena ve müstesnalar. Rahmetli gazeteci Selahattin Duman, bir yazısında dalga geçerek medya leşkerleri, köşe yazarı esnafı tanımlarını kullanır..
Beşinci Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın heyetindeki gazeteci Cüneyt Arcayürek, Kıbrıs uzmanı ve danışman Nihat Erim ile Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in Kıbrıs konusunda tartıştıklarını yazar, manşet olur:
“’Siz’ dedi Çağlayangil, ‘Heyettesiniz. Haber yazamazsınız.’
‘Ben gazeteciyim. Heyete de bu niteliğim bilinerek alındım.’
‘Hayır’ diye direndi Çağlayangil: ‘Yazamazsınız!’
‘Pekâlâ’ dedim. ‘Öyleyse heyetten ayrılıyor ve hemen yurda dönüyorum.’”
Haber hemen yayılır. Köşk Genel Sekreteri Cihan Alpan ve Askeri Danışman Muhsin Batur, Arcayürek’e yazabileceğini söyler. Arcayürek, Çağlayangil’in de gönlünü almasıyla geziye devam eder.
Gazeteciler, davetli oldukları özel yemek, beş çayı, iftar yemeği gibi adlarla düzenlenen dar katılımlı toplantılara, iç ve dış gezilere katılarak haber yapabilir, elbette meslek ilkelerini gözeterek. İletişim fakültelerindeki temel derslerde, haber kaynaklarına önceden soru gönderilmemesi gerektiği neredeyse tembihlenir. Soru istemenin halkla ilişkiler görevlilerinin (burada İletişim Başkanlığı) bir manevrası olduğu belirtilir. Bu manevraya kanılmaması, yine de soru göndermek zorunda kalırlarsa söyleşi sırasında bu manevranın boşa çıkarılabileceği hatırlatılır. Bir başka önemli hatırlatma da söyleşiye giden gazetecilerin yanlarında not defteri kayıt cihazı bulundurmasıdır. Kayıt cihazından kastım cep telefonları. Tabii kullanılması şartıyla. Mürettebattanmış gibi oturanların önünde göremedik de.
Not: Gazeteciliğin meşruiyeti bağımsızlığına bağlıdır.