Türkiye ekonomisi son bir yıldır en çok tartışılan iki kavram arasında sıkışmış durumda: güven ve istikrar. Ekonomik programın hedefi enflasyonu düşürmek, döviz rezervlerini güçlendirmek, hane halkını yeniden Türk lirasına ikna etmekti. Standard & Poor’s’un (S&P) son değerlendirmesi ise bu hedeflerin ne kadar kırılgan olduğunu bir kez daha ortaya koydu.

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu, son dönemde yaşanan siyasi gelişmelerin Türkiye ekonomisine dair güveni sarsabileceğini ve döviz kurunun istikrarı açısından risk oluşturduğunu belirtiyor. Özellikle Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması sürecinde yaşanan gelişmeler, ekonomiye doğrudan etki etmeyen ama dolaylı yoldan sermaye girişleri, döviz kuru ve hane halkı davranışları üzerinde belirleyici olabilecek bir kırılganlık yaratıyor.

S&P’nin altını çizdiği bir nokta çok önemli: 2023’ün sonundan bu yana ekonomi yönetimi, halkı altın ve dövizden çıkarıp yeniden liraya yönlendirme konusunda önemli bir mesafe kat etmişti. Döviz rezervleri artmış, enflasyonun iniş patikasına girmesi için zemin hazırlanmıştı. Ancak siyasi belirsizlik, bu kazanımların kalıcılığını tehdit ediyor.

Merkez Bankası’nın son dönemdeki acil müdahaleleri – döviz satışları, likidite operasyonları, faiz ayarlamaları – aslında kırılganlığın göstergesi. Ekonomi yönetimi, istikrarı sağlamak için refleks gösteriyor ama her refleks aynı zamanda dış dünyaya bir mesaj gönderiyor: “Türkiye ekonomisi hâlâ hassas dengeler üzerinde.”

Asıl risk, ikinci tur etkilerde. Yani belirsizliğin hane halkı harcamalarını, sermaye girişlerini, döviz talebini ve dolayısıyla büyüme ile enflasyonu yeniden şekillendirme ihtimali. S&P’ye göre, tam da mevduat dolarizasyonunda ve enflasyonda kayda değer bir iyileşme başlamışken, siyasi gelişmeler bu süreci sekteye uğratabilir.

Sonuçta mesele sadece ekonomi politikası değil. Ekonomi ile siyaset arasındaki hassas ilişkiyi, bu rapor bir kez daha gözler önüne seriyor. Sermaye, güven ister. Vatandaş, öngörülebilirlik ister. Siyaset ise çoğu zaman bu iki talebi gölgede bırakır.

Türkiye’nin önündeki asıl soru şu: Reformların devamlılığını sağlayacak güven ortamı mı inşa edilecek, yoksa kısa vadeli siyasi fırtınalar uzun vadeli ekonomik hedefleri yeniden rafa mı kaldıracak?